Türkiye siyaseti bazen bir meclis tutanağından değil, bir fabldan daha iyi anlaşılır. “Akrep ile Kurbağa” hikâyesi mesela… İlk bakışta bir masal gibi görünür; ama biraz durup düşününce, yaşadığımız onca şeyin özeti olduğu fark edilir.

Irmağın kenarında bekleyen akrep, iktidara gelmek ister. Yetki ister, alan ister, zaman ister. Kurbağa ise bu ülkenin iyi niyetli insanlarıdır; bazen seçmen, bazen bürokrat, bazen de “bir şey olmaz” diyen sessiz çoğunluk.

Kurbağa sorar:

“Ya beni sokarsan?”

Akrep hiç tereddüt etmez:

“Saçmalama. Sana zarar verirsem ben de batarım.”

Ne kadar tanıdık bir cümle değil mi?

“Bu kadarını yapamaz.”

“Kendi sonunu hazırlar.”

“Bunu yaparsa oy kaybeder.”

“Devlet zarar görür, göze almaz.”

Ve biz bu mantığa inanırız. Çünkü akla yatkındır. Çünkü hesaplıdır. Çünkü olması gereken budur.

Ama siyaset her zaman olması gerekenle yürümez.

Irmağın ortasına gelindiğinde akrep sokar. Hukuku sokar, kurumları sokar, dengeyi sokar, toplumsal huzuru sokar.

Kurbağa şaşkındır:

“Neden yaptın? İkimiz de zarar göreceğiz!”

Cevap tanıdıktır:

“Bilmiyorum… Doğam bu.”

Türkiye’nin asıl meselesi tam da buradadır. Biz siyasal aktörleri, ne olduklarına göre değil, ne yapmalarının mantıklı olduğuna göre değerlendiriyoruz. Karakteri değil, çıkar hesabını esas alıyoruz. Oysa hırs, ideoloji ve güç arzusu çoğu zaman akıldan daha güçlüdür.

Defalarca yaşamadık mı?

“Bunu yapmaz” dediklerimiz yaptı.

“Bu noktaya gelmez” dediklerimiz geldi.

“Kendi ayağına sıkmaz” dediklerimiz tetiği çekti.

Sonra hep birlikte suyun içinde çırpındık.

Bu ülkede sorun sadece kötü niyetli akrepler değildir. Asıl sorun, her defasında aynı hatayı yapan kurbağa refleksidir. Yani iyi niyetin, tecrübenin önüne geçmesi…

“Bu sefer farklı” yanılgısı.

“Bu kez akıllı davranırlar” umudu.

Oysa siyaset umutla değil, hafızayla yapılır.

Türkiye artık şunu öğrenmek zorundadır:

Güven, sözle değil; sınanmış karakterle kurulur.

Yetki, niyetle değil; ehliyetle verilir.

Aksi hâlde hikâye hiç değişmez. Akrep sokar, kurbağa şaşırır, ülke ırmağın ortasında kalır.

Ve biz yine aynı soruyu sorarız:

“Nasıl oldu bu?”

Cevap bellidir.

Biz aklımıza güvendik, onlar doğalarına…

Bugün doğasının gereğini yapanlar kazanıyor gibi görünebilir. Ancak ırmağın ortasında bırakılan Türkiye, er ya da geç kendi ayarlarına dönecektir. İnancım odur ki 2026 yılı, milletimiz için bir öze dönüş yılı olacaktır.

2025, halkımız için zor; devletimizin bekası açısından ise sıkıntılı bir yıl oldu. Mutluluk endeksinin belki de en düşük seviyelerinden birini yaşadık. İnşallah 2026, bu sıkıntıları geride bıraktığımız; daha huzurlu, daha mutlu bir Türkiye’ye adım attığımız yıl olur.

Yürekten inanıyorum ki 2026, Türk milletinin uyanış yılı olacaktır. 🤲