Türkiye’de vergi sistemi uzun süredir dolaylı vergiler ağırlıklı bir yapı üzerinde ilerliyor. Bu tercih, bütçe gelirlerinin sürekliliği açısından idareye önemli bir kolaylık sağlasa da, ekonomik ve sosyal sonuçları bakımından ciddi tartışmaları beraberinde getiriyor. 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi incelendiğinde, bu yapının önümüzdeki yıl da büyük ölçüde korunacağı görülüyor. Dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı, vergi ekosisteminin nasıl çalıştığını ve hangi kesimler üzerinde yoğunlaştığını anlamak açısından kritik bir gösterge niteliğinde.
2026 bütçesinde net vergi gelirleri yaklaşık 15,6 trilyon TL olarak öngörülüyor. Bu tutarın yaklaşık 10,1 trilyon TL’lik bölümü, Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim Vergisi, ithalde alınan KDV ve benzeri dolaylı vergilerden oluşuyor. Başka bir ifadeyle, toplanması hedeflenen her 100 liralık verginin yaklaşık 65 lirası, gelir veya servete değil, harcamaya dayalı vergilerden sağlanıyor. KDV ve ÖTV tek başına vergi gelirlerinin yarıdan fazlasını oluştururken, gelir ve kazanç üzerinden alınan vergilerin payı yüzde 35’in altında kalıyor.
Gelir Dağılımı Açısından,
Bu tablo, dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkisini yeniden gündeme getiriyor. Dolaylı vergiler, ödeme gücüne bakılmaksızın aynı oranda uygulandığı için düşük gelirli kesimler açısından daha ağır bir yük yaratıyor. Gelirinin büyük kısmını tüketime ayırmak zorunda olan bir hane ile gelirinin önemli bölümünü tasarruf edebilen bir hane, aynı ürünü satın aldığında aynı tutarda KDV ödüyor. Ancak bu verginin gelire oranı düşük gelirli kesimde çok daha yüksek oluyor. Sonuç olarak dolaylı vergiler, gelir dağılımını dengelemek yerine çoğu zaman bozucu bir etki yaratıyor.
Vergi Adaleti Açısından,
Vergi adaleti açısından bakıldığında da benzer bir sorun ortaya çıkıyor. Anayasa’da yer alan mali güce göre vergilendirme ilkesi, teoride vergi sisteminin temel dayanağı olsa da, dolaylı vergilerin ağırlığı bu ilkenin pratikte zayıflamasına yol açıyor. Gelir üzerinden alınan vergilerde artan oranlılık ve kişiselleştirme mümkünken, dolaylı vergilerde böyle bir mekanizma bulunmuyor. Bu nedenle vergi yükü, yüksek gelir gruplarına kıyasla orta ve düşük gelir gruplarının üzerinde yoğunlaşıyor. Verginin hissedilme biçimi de değişiyor; fiyatların içine gömülen vergiler, şeffaflıktan uzak bir yapı yaratıyor.
Kayıt Dışı Ekonomi Açısından,
Dolaylı vergilerin bir diğer önemli etkisi de kayıt dışı ekonomi üzerinde görülüyor. Vergi oranlarının yüksek olduğu alanlarda, özellikle KDV ve ÖTV’ye tabi sektörlerde, faturasız işlem eğilimi artabiliyor. Tüketici açısından daha ucuz fiyat arayışı, işletmeler açısından ise maliyet baskısı, kayıt dışılığı besleyen bir zemine dönüşebiliyor. Bu durum hem vergi tabanını daraltıyor hem de kayıtlı çalışan işletmeler aleyhine haksız rekabet yaratıyor. Dolaylı vergiler yoluyla kısa vadede tahsilat sağlansa da, uzun vadede vergiye gönüllü uyumun zayıfladığı bir yapı ortaya çıkabiliyor.
Vergi Ekosistemi Nasıl Olmalı?
Öncelikle dolaylı ve dolaysız vergiler arasındaki dengenin yeniden kurulması gerekiyor. Dolaylı vergilerin tamamen ortadan kaldırılması elbette gerçekçi değil; ancak paylarının makul seviyelere çekilmesi mümkün. Gelir, kazanç ve servet üzerinden alınan vergilerin tabanı genişletilirken, harcamalar üzerindeki vergi yükünün özellikle temel tüketim kalemlerinde azaltılması, hem gelir dağılımı hem de vergi adaleti açısından olumlu sonuçlar doğurabilir. Ayrıca vergi sisteminin öngörülebilir ve sade bir yapıya kavuşturulması, kayıt dışılıkla mücadelede önemli bir kaldıraç işlevi görebilir.
Uluslararası karşılaştırmalar da bu değerlendirmeyi destekliyor. OECD ülkelerinde dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı ortalama yüzde 45 civarında seyrediyor. Türkiye ise bu ortalamanın belirgin biçimde üzerinde yer alıyor. Bu fark, sadece bir tercih meselesi değil, aynı zamanda ekonomik yapının ve vergi kapasitesinin bir yansıması olarak da okunmalı. Dolaysız vergilerin etkin çalışabilmesi için gelirlerin doğru beyan edilmesi, kayıtlı istihdamın güçlenmesi ve idarenin denetim kapasitesinin artması gerekiyor. Dolaylı vergiler ise bu alanlardaki zayıflıkları telafi eden bir araç gibi kullanılıyor.
Ancak bu yaklaşım, vergi sisteminin uzun vadeli sağlığı açısından sürdürülebilir değil. Vergi yükünün büyük bölümünün tüketime dayanması, ekonomik yavaşlama dönemlerinde bütçe gelirlerini daha kırılgan hale getiriyor. Tüketim daraldığında, dolaylı vergi tahsilatı da hızla geriliyor ve bütçe dengesi üzerinde ilave baskı oluşuyor. Buna karşılık, geniş bir tabana yayılmış dolaysız vergiler, ekonomik dalgalanmalara karşı daha dayanıklı bir gelir yapısı sunabiliyor. Bu nedenle vergi kompozisyonu, sadece adalet değil, mali istikrar açısından da önem taşıyor.
Dolaylı vergilerin azaltılması yönünde atılacak adımların, harcama disipliniyle birlikte ele alınması gerektiği de unutulmamalı. Vergi yapısındaki değişim, tek başına bütçe sorunlarını çözmez. Kamu harcamalarının etkinliği, sosyal transferlerin amacına uygun biçimde yapılması ve vergi harcamalarının gözden geçirilmesi, bu sürecin tamamlayıcı unsurlarıdır. Aksi halde dolaylı vergilerden vazgeçmek, bütçe açıklarını büyüten bir risk unsuru haline gelebilir.
Sonuç olarak 2026 bütçesi, Türkiye’nin dolaylı vergilere dayalı vergi ekosistemini koruduğunu açık biçimde ortaya koyuyor. Bu yapı kısa vadede tahsilat avantajı sağlasa da, gelir dağılımı, vergi adaleti ve kayıt dışı ekonomi üzerinde kalıcı sorunlar üretmeye devam ediyor. Daha dengeli, şeffaf ve ödeme gücünü esas alan bir vergi yapısına geçiş, sadece mali bir tercih değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.