2025 yılı, Türkiye ekonomisi için "bilançoların ötesinde, mahkeme tutanaklarının şekillendirdiği bir dönem" olarak hafızalara kazınacak gibi duruyor. Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre yalnızca yılın ilk dokuz ayında 4.424 konkordato dosyası açıldı. Bu rakam, 2024’ün tamamında görülen 3.497 başvuruyu çoktan geride bıraktı. Yıl bitmeden bir önceki yılın tamamını aşmak, sadece sayısal bir rekor değil; aynı zamanda sistemdeki güven erozyonunun bir göstergesi.

Dikkat çekici olan ise, mahkemelerin verdiği kesin mühlet kararlarındaki %171’lik artış. Başvuru sayısının artması tek başına endişe verici olabilir; ancak aynı zamanda bu başvuruların hızla onaylanıyor olması, sistemdeki güven daralmasının derinleştiğini gösteriyor. Artık konkordato istisna değil, adeta işletmelerin “zorunlu mola” seçeneği haline geldi.

Reel sektörde yaşanan sıkışma TOBB’un kayıtlarına da yansıdı. 2025’in ilk dokuz ayında kapanan şirket sayısında azımsanmayacak bir artış varken, yeni kuruluş sayısında da gerileme göze çarpıyor. Yani ekonominin giriş kapısı kapanırken çıkış kapısı hızla genişliyor. Bu tabloya bakınca akla tek bir soru geliyor: “Bu bir geçici rüzgâr mı, yoksa kalıcı bir fırtınanın başlangıcı mı?”

Hukuki Çerçeve

Konkordato, İcra ve İflas Kanunu’nun 285 ve devamı maddeleri uyarınca, mali yapısı bozulmuş işletmelere borçlarını yeniden yapılandırma fırsatı tanıyan bir süreçtir. Teoride, borçluya toparlanma fırsatı verirken, alacaklıları da tamamen mağdur etmemeyi hedefler. Ancak uygulamada tablo farklı: Pek çok işletme bu süreci bir “kaçış koridoru” gibi kullanıyor.

Böyle bir durumda da konkordato; finansal bir rehabilitasyondan çok “zaman kazanma” aracına dönüşebiliyor. Süreçlerin uzunluğu, maliyetlerin artışı ve yargısal denetim eksiklikleri, bu mekanizmanın amacını aşan biçimde kullanılmasına neden oluyor. Bu nedenle hem başvuru sayısı artıyor hem de kamuoyunda “konkordato kolaylaştı” algısı oluşuyor.

Artışın Temel Nedenleri

Ekonomik koşulların sertleştiği dönemlerde konkordato başvuruları genellikle artar. Ancak 2025’teki artış sıradan bir dalgalanmanın ötesinde görünüyor.

Ana nedenler şöyle özetlenebilir:

• Finansman Yükü: Ticari kredi faizlerinin %50’ler civarında seyretmesi, borç döngüsünü felç ediyor. İşletmelerin nakit akışını sürdürmesi, adeta bir denge oyunu haline geldi.

• Talep ve İhracat Daralması: Hem iç pazarda tüketim gücünün azalması hem de bazı sektörlerde ihracatta yaşanan yavaşlama, firmaların gelir yapısını zayıflattı.

• Kur Baskısı ve Maliyet Yükü: Döviz kurlarındaki oynaklık, ithalata dayalı üretim yapan firmaların maliyet dengesini bozdu.

• Zincirleme Etkisi: TCMB analizlerine göre konkordato ilan eden bir firmanın tedarikçileri de kısa süre içinde kredi riskiyle karşılaşıyor. Bu, zincirleme bir ödeme krizi anlamına geliyor.

TOBB verileri, 2025 yılının ilk dokuz ayında kapanan şirket sayısının, önceki yıl aynı dönemine göre %10,8 artış yaşanırken, yeni kurulan şirket sayısında da %1,1 azalma olduğunu gösteriyor. Bu göstergeler, konkordato başvurularının artmasının “firma hatası” değil, “yapısal bir sorun” olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Başka bir ifadeyle; sorun mikro ölçekte değil, makro düzeyde.

Ekonomiye Yansımalar

Konkordato başvurularındaki artış, reel ekonomide domino etkisi yaratıyor.
Alacaklı firmalar tahsilat sürelerini uzatmak zorunda kalıyor, bankalar teminat koşullarını ağırlaştırıyor. Bu da likidite zincirinin her halkasında baskı yaratıyor. Özellikle enerji, inşaat, tekstil ve otomotiv yan sanayi gibi yüksek nakit akışı gerektiren sektörlerde sıkışıklık daha belirgin.

Yatırımların ertelenmesi, istihdamın daralması ve piyasalarda “önce peşin, sonra güven” anlayışının yaygınlaşması, büyümenin yerini bekleyiş ekonomisine bırakıyor.
Artık birçok şirketin hedefi kâr etmek değil, hayatta kalmak. Kimi firmalar üretim kapasitesini kısmayı, kimileri stok eritmeye yönelmeyi “zarar azaltma stratejisi” olarak benimsiyor.

Suistimali Önlemek İçin Yeni Düzenleme Kapıda

Artan başvurular, kötüye kullanım iddialarını da beraberinde getirdi. Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Cebrî İcra Kanunu Taslağı, süreci suistimal eden firmalara karşı önemli yaptırımlar içeriyor:

Taslakta öne çıkan maddeler:

• Başvuru sırasında yanıltıcı veya sahte bilgi veren borçlulara 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve üç bin güne kadar adli para cezası,

• Mali durumu iyileşmeden tekrar konkordato isteyen firmalara doğrudan ret kararı,

Son altı ayda adres değiştirip farklı yargı çevresinden başvuru yapan firmaların dosyalarının geçersiz sayılması,

Bu adımlar, konkordatoyu bir “borçtan kaçış kalkanı” değil, “gerçek borç yapılandırma aracı” haline getirmeyi hedefliyor.

Ama asıl mesele; konkordato sayını azaltmaktan ziyade, kuruma güveni yeniden tesis etmek. Çünkü güven olmadan ekonomi işlemiyor; güven olmayınca rakamlar da anlamını yitiriyor.

2025 yılının ilk dokuz ayında konkordato başvurularının 4.424’e ulaşması, Türkiye ekonomisinin en önemli kırılgan noktalarından birini gözler önüne seriyor. Bu tabloyu sadece “şirketler zor durumda” diye okumak doğru olmaz. Asıl mesele, ekonominin finansman damarlarında yaşanan tıkanma.

Eğer kredi piyasalarında bir rahatlama sağlanmaz, tahsilat süreleri kısaltılmaz ve tedarik zincirinde güven yeniden tesis edilmezse, yıl sonuna kadar bu sayı beş bini aşabilir.
Şirketlerin artık öğrenmesi gereken temel ders şu: Erken uyarı sistemi olmayan her bilançonun sonu mahkeme kapısıdır.

Finansal verilerini izleyen, borç yükünü sınırlayan ve alacak yönetimini disiplin altına alan işletmeler bu dalgayı atlatabilir.

Unutmamak gerekir; konkordato bir çözüm değil, bir sinyaldir.

Ve o sinyal, bugün hiç olmadığı kadar yüksek sesle çalıyor.

Konkordato, iflasın değil; güvenin ertelenmesidir.