Düğünde takılan altınlar evlilik çatırdadığında bir anda en büyük tartışma konusuna dönüşüyor. Kimin hakkı nerede başlıyor, nerede bitiyor? İşte cevabı…
Türkiye’de düğün bir eğlenceden çok daha fazlasıdır. Bilezikler, tam setler, gramlar… Bir geceliğine herkesin gözü altına döner. Fakat evlilik çatırdadığında ışıklar söner ve tek bir soru kalır: “Bu altınlar kimin?” Cevap, sanıldığı kadar basit değildir. Çünkü takının kaderi çoğu zaman duyguyla değil, ispatla çizilir.
İlk adım her zaman örf ve adettir. Bazı bölgelerde takılan her şey gelinin sayılır. Bazı yerlerde “kimin tarafı taktıysa altın onundur” denir. Pek çok yörede ise “geline takılan geline, damada takılan damada” anlayışı yerleşiktir. Eğer tarafların yaşadığı çevrede bu konuda bilinen bir adet varsa mahkeme önce onu dikkate alır. Ancak çift farklı yörelerden gelmişse ya da bulundukları yerde böyle bir adet yoksa, örf devre dışı kalır ve iş ikinci basamağa geçer.
O basamak da şudur: Takı kime hitaben takıldı?
Bilezik gelinin koluna takıldıysa gelinin kişisel malı kabul edilir. Damadın cebine sıkıştırılan altın damadın olur. “Yeni çifte hediyemiz” diyerek masaya bırakılan takılarda ise mümkünse niyet araştırılır. Çünkü hediyenin adresi neredeyse mülkiyeti de oradadır. Bu ilke, hem hayatın doğal akışında hem de yargı kararlarında değişmeyen kuraldır.
Ancak iş sandığa gelince tablo tamamen değişir. Düğün sonunda takıların kutuya topluca atılması, çoğu zaman en büyük belirsizliği yaratır. Çünkü sandığa giren takının bireysel bir sahibinin olduğu çoğu durumda ispatlanamaz. Böyle durumlarda altın kendiliğinden gelinin ya da damadın sayılmaz. Örf yoksa ve sahiplik delille kanıtlanamıyorsa bu takılar, evlilik içinde edinilmiş ortak değer kabul edilir ve mal rejimi tasfiyesinde değeri yarı yarıya paylaşılır. Sandık takıları saklar ama sahibini söylemez; gerçek sahiplik ancak ispatla ortaya çıkar.
Düğün sonrası sıkça yaşanan “emanet altın” konusu da yanlış anlaşılan bir diğer başlıktır. Altınların güvenli olsun diye kayınvalideye, kayınpedere ya da aile büyüklerine verilmesi zilyetliği değiştirir ama mülkiyeti değil. Altın hâlâ kime takıldıysa onundur. Kaybolması, bozdurulması veya geri verilmemesi hâlinde sorumluluk devam eder. “Bende dursun, daha güvenli olur” sözü altının kimliğini değiştirmez.
Doğumlarda bebeğe takılan altınlar da benzer bir değerlendirmeye tabidir. Lohusa ziyaretinde bebeğin yastığına iliştirilen altınlar çoğu yerde çocuğun malı kabul edilir. Niyet bebeğe yöneldiği için mülkiyet de orada kalır. Annenin saklaması, altının anneye ait olduğu anlamına gelmez.
Altınların bozdurulması ise evliliklerde sıkça yanlış anlaşılan bir konudur. “Evi döşedik”, “Borcu kapattık”, “İş kurduk” gibi sebepler doğru olabilir; ama altının sahibi değişmez. Bir altın kime takıldıysa, bozdurulmuş bile olsa bedeli yine o kişiye aittir. Yani altın evlilik için harcansa da mülkiyet otomatik olarak ortaklaşmaz; harcayanın değil, takıldığı kişinin hakkı devam eder. Fedakârlık mülkiyeti değiştirmez, sadece iyi niyet olarak kalır.
Sonuç açıktır: Düğün, doğum, sandık ya da emanet fark etmeksizin takının sahibi duygularla değil, delillerle belirlenir. Altın bir geceliğine parlar ama hukuki sonucu yıllarca sürer. Bu yüzden unutulmaması gereken tek gerçek şudur:
Altının değeri gramla ölçülür, hakkı ise ispatla korunur. Delili olan altın sahibine döner; delilsiz iddia ise havada kalır.