Türkiye olağanüstü bir dönemden geçiyor. İçerden ve dışardan kuşatılmışlığın çizdiği kara mizah tablo ortada. AKP hükümetinin Van, Diyarbakır ve Mardin'de Belediyelere kayyum atayarak müdahalede bulunmasının yankıları sürerken, mesele toplum katında bütün boyutlarıyla teferruatlı bir tartışmanın da önünü açtı. Bir taraftan halk iradesiyle seçilmiş Belediyelere ket vurularak yasa ve demokrasi ihlalinden bahsedilirken, Bu durum, salt halkın oylarıyla seçilmiş olmanın Belediye Başkanlarına, yasalara muhalefet etme ya da devlete kafa tutma hakkını da verdiği anlamı taşıyor mu ? Bu soru hala cevabını bekliyor. HEP, DEP, HADEP, BDP ve HDP gibi sülale partilerinin eline geçirdiği belediyeleri PKK'nın askerlik şubesi gibi kullandığını yıllar önce yazmıştık.Türk devletine ve Türk milletine karşı işlenen suçların sadece Van, Diyarbakır ve Mardin'le sınırlı olmadığını, benzer yıkıcı faaliyetlerin, diğer şehirlerde de kendine uygulama sahası bulduğunu biliyoruz.Milli sembollerin başta T.C ve Türk Bayrağı olmak üzere tabelalardan kaldırıldığı, militan kadronun belediyelere yerleştirildiği bir realite. Keza Eşbaşkanlık ihdas edilerek resmiyetteki Başkana PKK ataması 2. bir Başkanın yetki paylaşımında bulunması da yerel idarelerde bu zamana kadar görülmüş ve yaşanmış bir durum değil. Bu yapısal durum İçişleri Bakanlığının da savsaklamasıyla sürdürülebilir bir konuma geldi. Hukukçular Belediyelere kayyum atamanın hukuksal tekniğiyle ilgili kafa yorarken, hukukun dışına çıkarak Anayasal suça tasavvut etmenin ne gibi yaptırımlarının olması gerektiğini ifade etmekten özellikle kaçınıyorlar. YSK'nın seçilmeye bir mani hal olmadığı yönündeki kararıyla, mevcut belediye başkanlarının suç işleme özgürlüğü kazandığı gibi bir vehme kapılıyorlar. İster HDP'li olsun, ister AKP'li hiç bir belediye başkanının salt seçimle makama oturmuşluğundan dolayı suç işleme hakkı yoktur.Sayıştay denetçileri ya da İçişleri Bakanlığına bağlı diğer birimlerin şu sizden, bu bizden ayrımıyla suçu kamufle etmesi toplumsal barışa vurulacak en büyük darbedir. Hırsızlık, ihaleye fesat karıştırmak, kamu malını yağmalamak, terör örgütleriyle organik ilişki içinde olmak, Belediyeyi yasa dışı güç odaklarının istifadesine sunmak gibi yüzlerce suçun ayrı ayrı ya da birlikte işlendiği belediyelerde suç odağı oluşmuş demektir. Üzerine yasal çevçevede ve şiddetle gidilmelidir. Ancak kayyum atanan belediyeleri örnek göstererek, başta İstanbul ve Ankara gibi muhalif belediyelere yönelik "aba altından sopa göstermek" gibi gayri ahlaki bir takım seanslara tevessül edilmesi de kabul edilir bir durum değildir. Belediyeler konusunda toplum vicdanını yaralayan bir diğer konu Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki Belediyelerin üzerinden küstahça sırıtan tabelalar. Misak-ı Milli sınırları içindeki devletimizin adı "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Devlet, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile yönetilmektedir. Egemenlik Türk milletine aittir. Etnik kökeni, mezhebi, itikadı ve mensubiyeti ne olursa olsun, Cumhuriyet devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olanlar Türk milletinin ta kendisidir. Devletin resmi dili Türkçedir. Kültür dili de, siyaset dili de bilim dili de Türkçedir. Resmi dilden uzaklaşmak veya kopmak demek, ayrışmak ve bütünden koparak bölünmeye kapı aralamak demektir. Bir önceki kayyum furyasında, Diyadin Belediyesi kayyumu tarafından indirilen Kürtçe tabela İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun talimatıyla yeniden monte edilmiştir. Karamanoğlu Mehmet beyin dil birliğine muhalefet, PKK azgınlığına haklılık payı gibi akla ziyan bir tehlikenin de önünü açmaktadır. Bu nedenle başta Belediyeler olmak üzere Karayollarında da görüldüğü üzere Türkçenin dışındaki bütün levhalar ve tabelalar iptal edilerek kaldırılmalıdır. Cumhuriyet Devleti'nin bugün geldiği noktada Türk milleti bölücülük ve gericilik arasında bir tercihe zorlanmadan, egemen ve saygın devlet olmanın toplum katındaki disiplini sağlanmalıdır. Zira halkın her zamankinden daha fazla toplumsal bir disipline ihtiyacı var. İşaret ettiğimiz bu tespite halkın muhalefeti değil, topyekün gönüllü rızası söz konusudur.