Türkiye, fiziki açıdan coğrafi konumuna bakıldığında bir yarımada, ancak siyasal anlamda bir gözleme tabi tutulduğunda ise tam manasıyla bir ada ülkesi olduğu görülecektir. 
Üç tarafı denizlerle çevrili, fakat dört tarafı düşman unsurlar tarafından kuşatılmış, başından bela eksik olmayan, çakal devletlerin ve sırtlan halkların takibinde bir devlet Türkiye ve onun mazlum milleti Türkler.
Yani özcesi, Türkçesi ve bizcesi, fiziken yarımada, siyaseten ada.
İçerden ve dışardan kuşatılmışlığımızı bilmeyeniniz var mı?
Büyük Atatürk bu durumu dahili ve harici bedhahlar olarak işaret ediyordu. 
1920 öncesi koşulları yaşayan Cumhuriyet Devleti, tekerrürde ısrar eden tarihi bir pozisyonda. Müracaat noktamız ve rehberimiz “Büyük Nutuk” ve “Gençliğe Hitabe’”
Filistin’de seyreden soykırımın ve ilhak politikasının artçı şokları sınırlarımıza kadar dayanmış bir vaziyette. 
Bir çoğumuzun yadırgayarak baktığı iç ve dış düşman algısı maalesef doğru. Zira içerdekiler dışardakilerden daha az tehlikeli ya da gösterilmek istendiği kadar masum değiller. 
Irkçı ve dinci terör örgütlerinin uzantıları örtülü ya da açık bir şekilde tehdit ve tehlike arz ediyor. 
Zaman zaman milli sınırlar içinde rejimi ve Cumhuriyeti yokluyor, sinir uçlarıyla oynadıkları Türk milletini sabır testine tabii tutuyor. 
Bu durum aslında Büyük Fotoğrafın Türkiye yansımalarından başkaca bir şey değil. Güvenli bir İsrail yaratmanın yolu zayıflatılmış ya da parçalanmış bir Türkiye planından geçiyor. 
Emperyalist - Evangelist ittifakının İsrail stratejisi üç aşamalı bir bent sistemini öngörüyor. 
Merkeze oturtulan İsrail’in sınırında etkisiz ve yetkisiz Arap unsurlar, ona bitişik Nizam İsrail’in güvenliğinden sorumlu Kürtler ve nihayetinde Türkler ve Türkiye olacak. 
Yani Türkiye’yi ve Türkleri çözmeden Ortadoğu’da at koşturmak mümkün gözükmüyor. 
PKK ve İŞİD bu plan için dizayn edilmiş, ABD’den bağımsız hareket etmesi mümkün olmayan, vekalet savaşlarının Türkiye’ye karşı kullandığı aparatlardan başkaca bir anlam taşımıyor. 
Irkçı bölücülüğe ve Kürtçülüğe karşı verilecek mücadelenin emperyalizme karşı verilecek mücadeleden bağımsız olamayacağını yıllar önce yazmıştım. 
Emperyalizmin hedefleri, istem ve arzuları hiç değişmediği için mevcut siyasal konjonktürün gereği bugün yine aynı  noktadayız. 
Gazeteci Levent Gültekin’in “ABD, Kürtleri palyaço haline getirmek istiyor” tespiti Kürkçü - işbirlikçi blok tarafından şiddetle reddedilmişti. 
Peki ırkçılıktan başı dönmüş bu salmayı güruh Fidel Castro’nun “Kürtler, ABD’nin Ortadoğu’daki petrol bekçileridir” tespitine ne yorum getirecekler. 
Ardı ardına şehit haberlerinin geldiği bugünlerde, Amerikan beslemesi işbirlikçi PKK terör örgütünün siyasal uzantısı olan DEM Partinin Eş Başkanı Tuncer Bakırhan’ın “Kürt sorunu ve Öcalan'a yönelik tecrit devam ettikçe Tekirdağlı da Trabzonlu da huzur bulamayacak” sözleri ne anlam taşıyor ?
Bu açıklama teröre açıktan destek, Türklere ise tehdit değil de nedir ? Türk milleti terör örgütünün legal uzantılarını ve paçavralarını beslemek zorunda değil. Terör örgütünün türevleri olan bu partilere sağlanan milyonlarca hazine yardımı ve meclisteki kravatlı apolara ödenen maaşlar Türk milletinin yadırgadığı ve canı acıtan bir durum arzederken, siyasal iktidarın kıldan, tüyden her meseleye cevap yetiştirdiği günümüz koşullarındaki sessizliğine ve suskunluğuna bir anlam vermekte zorlanıyoruz. 
Siyasetin salonlardan çıkarak cephe pratiğine evrileceğini görüyoruz. Öncelikle Türkiye koşullarının emrettiği durum tespiti, ardından strateji ve taktiksel mücadelenin koşulları oluşacaktır. 
Tekirdağlı ve Trabzonlu üzerinden Türkiye’yi ve Milli coğrafyanın aslisi olan Türk milletini tehdit eden ağzı salyası Stalinist zihniyetin kendisi nasıl huzur bulacak onu da zaman gösterecek. 

SON SÖZ: Türkçülüğü yüceltmek için yaşa. Türk’e kılıç kaldıran eli kır” CEMİR TİMUR