Anadolu Türk’lerinin tehdit ve tehlike altında olduğunu ve Türk devletinin bir beka sorunu ile karşı karşıya olduğunu biliyoruz.

Güvenlik endişesinin tavan yaptığı bu tarihsel geçiş dönemine nasıl geldiğimizi, çok uluslu planlar dahilinde sürüklendiğimiz girdabın ihtişamını anlatmaya lüzum yok.

Ancak Türkiye’nin güvenliğinin ve toprak bütünlüğünün korunması meselesinin salt Misak-i Milli sınırlarını savunarak sağlanamayacağını çeyrek asırdan bu yana haykırmıştık.

Türkiye’nin görünmeyen sınırlarının Ortadoğu’ya, Kafkaslar’a, Balkanlar’dan, Doğu Akdeniz’e kadar uzandığını, bu jeopolitik çekimin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin asıl sınırları olduğunu ısrarla ifade etmiştik.

Zaman haklılığımızı bir kere daha teyit etti. Güney sınır hattımız boyunca Kürtleştirme ve Araplaştırma operasyonlarına seyirci kalmanın sonucu olarak bugün Afrin’deyiz. Yarınlarda Aynelarap’ta, Kamışlı’da, Telafer’de de müdahil olabiliriz.

Güney sınırımızın derinliğindeki Kerkük ise tam bir muamma. Amerikan işgalinden sonra yoğun Kürt göçü ile demografisi değiştirirken Kerkük bir Türkmen şehri iken günümüzde özel statülü ve tartışmalı bir bölge sayılıyor.

“Dış Türkler Bakanlığı” konusunda ısrarcı olduğumuz dönemlerdi. Bir imparatorluk bakiyesi olan Cumhuriyet Türkiye’sinin çekildiği Anadolu coğrafyasında da rahat bırakılmayacağını biliyorduk. Bu konuda fikri ve siyasi sahada uzun yıllar mücadele verdik. Düşüncelerimize ve öngörümüze itibar eden her birime bilgi akışında bulunduk.

Turan coğrafyasına olan ilgimiz salt Suriye ve Irak’taki Türkmeneli bölgesiyle sınırlı kalamazdı. Güney Azerbaycan’dan, Kafkaslar"a, Balkanlar’dan, Doğu Akdeniz’e kadar uzanan bu havzada çalışmalarımız hız kesmeden sürdü. Yeri geldiğinde devletten daha kalıcı ve bağımsız mücadeleler de verdik.

Bülent Ecevit Başbakandı. Irak Milli Türkmen Partisi (IMTC) Genel Başkanı Dr.Muzaffer Aslan Başbakan’la görüşmüş, teatinin genel hatlarını benimle paylaşmak istemişti. Bu uzun telefon görüşmesinde Türkmeneli meselesinin nereye doğru evrildiğini gün evelinden izah etme şansım olmuştu.

Daha sonra Celal Talabani’nin Cumhurbaşkanlığı döneminde cumhurbaşkanlığı müsteşarlığına getirilen Muzaffer Aslan bugün meselenin neresinde yer tutmuştur bilemiyorum. Ancak Mustafa Kemal Yayçılı’dan, Beyatlı’ya, oradan Erşad Salihi’ye kadar Irak Türkmen cephesi (ITC) ile alakadarlığımız ve ilgimiz sürüyor.

Oğuz Boyu Türkmen Dernekleri Fedarasyonu’na bağlı 7 Türkmen derneğiyle birlikte yürüttüğümüz çalışmanın neticesi olarak dünyaya duyurduğumuz “Milli Tükmen Mutabakat Metni’ne” ait 20 maddelik deklarasyonu hazırladım.

Türk Ocakları’nın davetlisi olarak Gaziantep’e gelen Irak Türkmen Cephesi (ITC) lideri Erşad Salihi’yi dinlerken Türkmen davasıyla ilgili olarak verdiğimiz mücadelenin ve çalışmalarımızın satır başlarıyla ilgili bir ufuk turu yapma gereği duydum. Türkmen davası ne o ne bu.

Türkmen davası herşeyiyle bir Türkiye ve Türklük sorunu.

Netice olarak Kerkük söz konusu olduğunda susmayı ve seyretmeyi tercih etmenin karşılığı Diyarbakır’da Şivan Perver’e “Megri megri” türküsü ile Kürdistan bayraklı Barzani şovu olmuştur.

Tuzhurmatu’yu, Altınköprü’yü, Havia’yı, Mendeli’yi, Tazehurmatu’yu yok saymanın karşılığı milli sınırlarından peşmergeyi geçirterek “Biji Serok Obama” sloganları altında Kobani’ye ulaştırmak olmuştur.

Telafer’i kaderiyle başbaşa bırakmanın sonucu ise Atatürk havalimanında Türk bayrağı ile peşmerge paçavrasını denk etmek ve ardından Kuzey Irak’ta referandum olmuştur.

Tek kelime ile olanlar olacakların habercisi olmuştur. Türkmenlerin kanlı gözyaşları Anadolu Türklerinin ızdırabı, Türkmeneli’nin sancısı Türkiye’nin ağrısıdır. Türkmen davası tam anlamıyla emperyalizme ve işbirlikçiliğe karşı bir Türklük kavgasıdır.