Değişim; “bir zaman dilimi içindeki değişikliklerin bütünü” bir durumdan başka bir duruma geçişi ifade eden, planlı veya plansız olabilen, olumlu sonuçları olabileceği gibi olumsuz sonuçlar da ortaya çıkarabilen, bir bireyde, bir grupta veya bir örgütte de olabilen bir süreç olarak tanımlanabilir.Sürekli değişim karşısında; değişime ayak uydurmak için değişmekten başka çare yoktur. Bugünün çamaşırını dünün güneşiyle kurutmak mümkün değildirDeğişim, bazen çok çabuk gerçekleşir ve nasıl bir tepki vereceğimizi kestiremeyiz. Bazen de değişim çok yavaş gerçekleşir ve bu duruma farkında olmadan uyum sağlarız.Günümüzde toplumsal ve teknolojik değişimler geçmiş cağlara göre daha hızlı ve daha yoğundur. Zorunlu değişme artık çoğu iş ve sanayi kurumlarında bir yaşam biçim olmuştur. Hızlı devam eden değişme etkin biçimde uyum sağlama yeteneğine sahip örgütler varlıklarını sürdürebilmektedir. Bu tür örgütler öğrenen örgütlerdir.Klasik örgütlenmelerde mevcudu koruma, belirsizlikten kaçınma ya da risk almama eğilimleri ön planda iken; çağdaş yapılanmalarda ‘değişim’ olgusu gerek birey, gerekse örgütsel düzeyde yadsınamaz bir öneme kavuşmuştur.
Değişim, bir yasadır. İnsanlar değişir, iklimler değişir, toplumların yaşam biçimi değişir. Tüm değişmelerin temel hareket noktasının “gelişme” olduğu da bir gerçektirSizce bu siyasi partiler değişimi yaşıyorlar mı? Siyasetin çağdaş gelişimine ve değerlerinin korunmasına öncüllük ediyorlar mı? Çünkü değişimin öncülerini veya yeni oluşan öncüllerin durumlarını analiz etmez iseniz sonuca ulaşmanız mümkün olamaz. Medeniyetlerin tarihteki varlıklarını sürdürmüş olmaları, oluşturdukları kalıcı kültür değerleri ile mümkün olmuştur. Bu realitenin bundan sonra da devam edeceği tartışmasız bir gerçek. Egemenliğini ilan eden siyasal işgallerin karşılaştıkları temel sorun; egemenliklerine aldıkları medeniyetlerin kültür unsurlarına bağlı kültür değerlerini değiştirmek veya yok etmektir. Lakin öyle kültür değerleri vardır ki yok olmaları halinde yeni egemenliği de tarihte yok edecek sonuçlara sürükleyecektir. Hele bu değerler bilim, bilgi ve inanç bütünlüğüne yönelik o çağdaki evrenselliği içeren değişimlerse, karanlığa gömülmenin süreci daha da kısalacaktır.Yaşadığımız çağda insanoğlu baş döndürücü değişimler yaşatmaktadır. Buna bağlı olarak da evrensel coğrafyada bir arada yaşamak zorunda olan kümeleşen topluluklar oluşmaktadır. Kümeleşen toplumsal bütünlüğün çağdaşlaşması, gelişmiş toplumlarda sağlıklı yaşanırken, çağdaşlaşma sorunu yaşayan topluluklarda büyük engellerle karşılaşmaktadır. Günümüzde özellikle hızlı kentleşmenin kuralları bireyden başlamak üzere değişken yaşam biçimlerini şekillendirip ortak başka bir yaşam kültürü yaratmaktadır. Bunun ilk yansıması görsel mimari yapıdır. İkincisi toplulukların kültürel farklılıklarını yeni yaşam alanlarına göre değiştirmek zorunda olmasıdır. İdari yönetim yapısının oluşturduğu sosyal, siyasal ve ekonomik özgürlükler bu değişimi etkileyen ana faktörlerdir. Bu toplumsal oluşumların temel sorunlarının çözümünde eğitim ilk sırada yer alır. Eğitimle birlikte farklılıkları olan toplumsal bir kültür oluşur. Farklılıkları olan kültürlerin bir arada yaşaması ile yeni kültüre kendilerine özgü olanları da ekleyerek kalıcı, çağdaş medeniyetler yaratırlar.Yaşamı devam etmekte olan medeniyetlerin en güçlü kültür dinamiği ise yerel kültürler ile yeni oluşan kültürlerin kaynaşmasıdır. Çünkü yerel kültürlerin kaybolmaya yüz tutması, toplumsal değer yargılarının da kaybolmasına neden olacaktır. Yerel kültürlerini kuşaktan kuşağa aktarmayan medeniyetlerin geleceği ise karanlığa mahkumdur. Bu konuda en büyük etkenin göç ve göçe bağlı olarak meydana gelen temel değişimler olduğu görülmektedir. Bu değişimler ekonomik, sosyal ve kültürel sonuçları ile tarihe mal olmuştur.Çağımızda bilim ve teknolojideki hızlı değişimler, yeni sorunların oluşumunu da beraberinde getirmektedir. Günlük, hatta saatlik değişimlere bireyin veya toplumun yetişmesi, değişimleri kabullenmesi ve uyum sağlaması her zaman mümkün olmamaktadır. Çağımızda global kültür değişim şemsiyesi altında varlıklarını devam ettirmekte zorlanan yerel kültürler kaybolmakla karşı karşıyadır. Bu kayıpların önlenmesi, yerel kültür aktörlerinin kendi aralarında örgütlenerek, ulusal kültür bütünlüğünün oluşumuna kadar uzanacak politikaları belirlemelerinde ve uygulamaya yönelik etkinliklerde aktif rol almaları ile mümkün olabilir.Küresel ve toplumsal değişimlerin teknolojik gelişimler paralelliğindeki hakimiyeti, bölgesel mevcudiyetleri kendi şemsiyesi altında istediği gibi biçimlendirmektedir. Bu biçimlendirme o bölgesel alandaki toplumsal var olmuşlukları mevcut yapılarından uzaklaştırmakla kalmamaktadır; geleceğe intikal etmesi gereken kültürel dokuyu da öz bütünlüğünden uzaklaştırmaktadır. Bu yeniden yapılanmaya uyum sağlamada zorluklarla karşılaşan yerel kültür kendi öz varlığını kaybetmekle karşı karşıya bulunmaktadır. Oysa ki kendi tarihinden ve öz kültüründen yoksun bırakılan medeniyetlerin yeni kuşakları diğer medeniyetlerin egemenlikleri altında dil yapılarını dahi kaybederek yok olmaya mahkum olacaklardır.Peki, böyle bir anlayışın içinde siyasi partiler toplumsal sosyal ve çağdaş değişimine hangi katkılarda bulundular?
Eğer pozitif bir katkıda bulunmuş olsalardı günümüzde siyaset neden bu kadar iğdiş edilerek içi boşaltılmaya çalışılıyor sorusu akla gelmiyor mu? Siyasi sol neden başarılı olamıyor.? Evet, dünya ve Türkiye’nin jeolojik, konjonktürel, siyasi, askeri ve ekonomik yapısıyla nüfus sinerjisinden kaynaklanan nüfus hakimiyet kuramlarını kabul ederim. Sol siyasi partilerin kendi içinde istikrarlı bir mücadelesi olmuş olsaydı, kendi öz değerlerine sahip çıkmış olsaydı; tarihteki bu kadar başarılarının arkasında bu kadar çöküntüyü de yaşamazdı. Nitekim Türkiye sol siyasi rotası belli yapılar tarafından siyasi ve ekonomik çıkar doğrultusunda manipüle edilen bir kadronun eline teslim edilmiştir. Bu kadro ne siyasi kültür değerlerini biliyor ne de siyasi kültür değerlerinin sosyal olarak, kültürel olarak, ekonomik olarak toplumun g gelecekteki yaşamında nasıl bir rol oynayacağı konusunda topluma sunacakları bilgi birikimleri de yoktur.Tarihi değişim, yeni ve eskinin karışımından yeni bir mevcudiyet yaratır. Direnen eskilerle kendisine yer bulmak isteyen yeniler arasındaki bu savaş, genel anlamda siyasal egemenlik ve sermaye savaşı olarak varlığını ortaya koyma amacını taşır. Bu savaş meydanlarında eskilerden yenilere miras olarak kalan tek değişmeyen şey ise kültür ve kültür değerleridir.Bugün gelinen noktada karşımıza çıkan tablonun sonuçlarını değerlendirdiğimizde solun kendi kadrolarını ve siyasi temsilcilerini oluşturması gerekiyor. Solun bu siyasi ve sivil toplum öncü kadroları ile bir sonuç elde edemeyeceği net olarak anlaşılmıştır. Bu siyasetçi tipinden kurtulup yeni dünyadaki değişimleri okuyabilen vizyonlu, entelektüel politikacı kadroları siyasete kazandırmamız lazım. Bu yalnız sol için değil, tüm Türkiye’nin geleceği için de zorunlu hale gelmiştir. Yani belli ilkeleri benimsemiş, “ben bu ilkeler için siyaset yapıyorum, bu ilkelerin bu ülkenin toplumsal hayatına girmesi için siyaset yapıyorum” diyen ve o ilkelere gerçekten her şartta sahip çıkan, gerektiğinde kendi çıkarlarından da fedakarlık edebilecek ölçüde ilkelerine bağlı sivil toplum örgüt kadroları ve politikacıları yetiştirmemiz lazım. Bizim sivil toplum öncüsü veya siyaset insanı dediğimiz kadrolar maalesef fırsatçılara dönüşmüş kadrolardır. Büyük ölçüde fırsatçılarla dolu Sivil Toplum Örgütleri ile birlikte siyasetteki öncü karolarımız da aynı zihinsel akılla Türkiye’ye ve siyasi partilere bakarak, kendi kimlik çıkarlı siyasi ve ekonomik rantçı kadrolardan oluşmuştur. Bu bakış açısının yapısı altında faaliyet ve siyaset yürütmektedirler. Bunun son bulması gerekir. Şu gerçeği de göz ardı etmemiz gerekir; sadece Meclis değil, Meclis’in dışındaki siyasi ortamlarda da aynı kadrosal yaklaşımlı şahıslardan oluşmuş durumda. Bu tablo çok üzücü bir tablo. Tabii ki bu yapıların değişmesi ve yeni öncü siyasi kadroların oluşmasının önünde pek de kolay aşılmayacak engeller vardır. Lakin bunlar siyasi kadroların sorumluluklarını yerine getirmek suretiyle aşılamayacak sorunlar da değildir. Evrensel sosyal ve ekonomik değişimlerle birlikte çağdaş toplumların gençliği bu değişimlerden en iyi şekilde yararlanma hakkına sahip olmalıdır. Gençliğini bu değişimlerden yararlandıran toplumlar çağdaş kalkınmaları ile evrensel anlamdaki varlıklarını en etkin bir şekilde devam ettirmektedirler. Bunu başaramayan toplumlar ise çağdaş sanayi ve ekonomik gelişmelerden pay alamamaktadırlar. Osmanlı İmparatorluğu bunun en somut örneğidir.
Yönetici sınıflar arasındaki çelişkiler, ister uzlaşmayla, ister çatışmayla çözülsün, çatışma sonrasında yeni bir yönetici sınıf belirleniyor. Üretim ilişkilerinde niteliksel bir değişim olmadan yönetici sınıfların da niteliği değişmiyordu.
Bugün, geçmişin den söz edilemeyen sol bir süreç yaşanmaktadır. Evet her çoğulcu değişim, yeni bakışlar ışığında dar bakış açılı kalıpları yıkacak bakış açıları oluşturabilir. Yani geçmişin siyasi anlayışını günümüzde de aynen uygulanmasının artık imkânsız olduğunu politik söylemleri ile ifade edebilirler. Lakin tarihin derinliklerinden gelen, insan ve toplum değerlerini insan varlığı üzerine inşa etmiş olan siyasi anlayışların özünün kaybolmaması yok edilmemelidir. Sistemin laik ve demokratik kalıcılığını korumak için bedeller ödeyip, siyasi anlayışından ödün vermeden varlığını koruyup bugüne intikal eden değerlerinde korunması büyük önem taşımaktadır. Geçmişin önder veya liderlerinin bu kalıcılığa korumaya katkı sunduğunu inkar etmek hiçbir siyasi, felsefi ve insani anlayış olarak kabul edilemez.Kırsal alandan, kentsel alana 1980’lerdeki hızlı göç dalgasına yelken açan toplum yeni sosyal yaşam kültürlü sorunlarla karşı karşıya geldi. Bu değişime uyum sağlamada önemli kayıplar yaşayan toplum öz kültürel değerlerinden uzaklaşmaya başlamıştır. Bunu fırsat bilen egemen kapitalist sermaye oluşumları temsilcileri olan inanç anlayışlı siyasi kadrolar eliyle yeni uygulamaya koydukları siyasi ve sosyo-ekonomik stratejilerini, egemen yapılar olarak kentsel yaşamda hayata geçirdiler. Üzülerek şunu ifade etmek istiyorum; özelikle son 30-40 yıllık süreç siyasi konularda kalem alınanların büyük bir kısmının ideolojik ve siyasal İslami içerikli eserler olarak yayınlanmaktadır. Bu konuda yeterliliği ve bilimsel yöntem ile kaynak bilgisine sahip olmayan kadroların vitrin yayınları olan kitapları öne çıkmaktadır. Bu vitrinin ilk sırasında ise İlahiyatçılarla Türkologlar yer almaktadır. Kitap yazdığını sanan sonradan parlamenter siyasi yapının önemini hatırlayan solcu araştırmacıları bu sıralamaya koymak yanlışta olmayacaktır. Bu kadrolara dinci, ideolojik kökenli kadroları da eklediğimizde meselenin özünden saptırıcı yayınların gün geçtikçe daha çoğaldığını görmekteyiz. Topluma sunulan gerçek dışı kirli bilgilerin gelecekte yeni siyasal ve ekonomik sorunlar yaratacağı kaçınılmaz olacaktır. Bilimsel araştırmalardan uzak bu eserler yeni kuşakların sağlıklı bilgilerden de mahrum kalmasına neden olmaktadır. İşin üzücü tarafı bu eserlerin alıcı bulmasıdır. Sorunun çözümü; siyaset konusunda tarafsız objektif profesyonel bilimsel kadroların siyasete kazandırılmasıyla mümkün olacaktır. Günümüzün siyaset konusunda ‘’biz öncüyüz’’ diyen sivil toplum örgütlerinin bu konuda yeterliliği vardır demek büyük bir hata olur. Siyasi sistemin lider ve öncü kadroları siyaseti kendi ideolojik, siyasi ve dini bakışlı politikaları doğrultusunda yürütmeye devem etmek istedikleri için gün geçtikçe yeni sorunlar oluşmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sisteminin temsilcisi siyasi partiler sorumluluğu yürütecek bilgi birikimine ile siyasi stratejilerin metotlarla desteklenen politikalarla uygulama becerilerin sahip olmamaları ise önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ülkede yaşayan aydınların /Özellikle Sol Aydınlar/ sorumluluk taşımaması ise meselenin bir başka üzücü boyutunu ayrıca sergilemektedir.Siyaset kendi değerleri ve kalıcı kültür ilkeleriyle değişimleri başarıp toplumu geleceğini yaşanabilir hale getirebilir. Bir siyasi partinin kadrolarının yerine yenilerini koymakla SİYASİ DEĞİŞİM mümkün olamaz.
Hüseyin Aldoğan İstanbul/Kağıthane