Aslında kritik eşik çoktan aşılmıştı. Adana'dan başlayarak bütün kıyıyı etkisi altına alan artçı şoklar, Antalya'dan İzmir'e oradan Başkent'e kadar uzanıyordu.

Sonrasında 31 Mart tarihi itibariyla İstanbul el değiştirdi. Korku duvarları muhteşem bir gürültüyle çatırdamaya başlamıştı. Yenilmez armada yenilmişti.

Oysaki, Buket Aydın, Kılıçdaroğlu'na nasılda gülmüştü. Şimdi gülme sırası Millet İttifakını oluşturan cepheye geçmişti.

Ancak yenilgiyi hazmetmek elbette zor olacaktı. Çünki, 17 yıl boyunca her koşulda kazanma alışkanlığı kimi dertleri de beraberinde getiriyordu.

Bir kurallar manzumesi olan demokrasiyi özümseme sorunu.

Cumhuriyeti oluşturan değerlerle birlikte yürüme olgunluğu.

Toplumsal hoşgörü. Çok seslilik. Karşıtlarının yaşamsal haklarına saygı gibi.

Hani Cumhurun başı bir hitabında serzenişte bulunuyordu ya.

"Kulakları var, duymazlar. Gözleri vardır görmezler" Evet, doğruya doğru.

"Ben" merkezli yaşamanın ya da egoistik çelişkilerin harmanlandığı bir yönetsel anlayışın Türkiye'yi sürüklediği tehlikeler ve tuzaklarla dolu o malum çizginin mim noktasındayız.

Olmadı bir daha. "Bana İstanbu'u ver. Kalan Türkiye senin olsun".

Bu anlayış YSK'dda vücut buldu. Sonuç 23 Haziran seçimleri.

İnatla Binali, inatla AKP ısrarının sonucu, kaybedilen zaman, sarf olunan enerji ve maddi yitikler.

İmamoğlu her ne kadar tevazu gösterse de, bu sonuç bir zafer olarak Türk halkının yüreğine nakşoldu bile. Türkiye demokrasisi, üzerindeki kara gri bulutları dağıtmayı bildi. Ülke rahatladı. Gerginlik yerini yarınlara daha umutla bakan bir toplumsal anlayışa bıraktı.

Pontus'tu, Rum'du, Yunan'dı, PKK hamisiydi. "Çamur at izi alsın" tutmadı. Camiye gitti, kıyam, ruku, secde etti, Allah kelamını tekrar etti.

Takiyyeci dediler, Halk onu'da yemedi.

"Bunlar hırsız, oylarımızı çaldı" dediler. Fark yediler. 800 bin oy üstünlüğü, % 9'luk oran, 30 ilçe Milletin, 9 ilçe Cumhur'un.

Kazanılmış 30 ilçenin 11'nde oylar 31 Mart'a göre 2 kat artmış. 31 Marttan sonra demediğini bırakmayanlar şimdilerde millet İradesine saygıdan, sandığın namus sayıldığı demokratik olgunluktan dem vuruyorlar. Tebrikler havada uçuşuyor. Sütlü sütlü meliyorlar.

Böyle mi olmalıydı? Gark olduğunuz o güzellik uykusundan uyanmanız için baş aşağı çakılmanız mı gerekiyordu ?

Şimdi bütün bunları geçelim. Herkes, her kesim ve her kurum sorumluluğunu bilsin. Ülkenin giderek ağırlaşan ve acil çözüm bekleyen sorunları var.

Başta ekonomi, doğu Akdeniz'deki tehditkar gerilim. Giderek Türkiye'yi içerden kuşatan başlıca karın ağrımız Suriyeliler. Terörle mücadele, sınır komşuluğu yaptığımız Suriye ve Iraktaki milli menfaatlerimize uygun olarak geliştirmemiz gereken yeni politik hamleler.

Ege'de yükselen pan-helenist çığırtkanlık. KKTC'nin beka sorunu Maraş'ın yeniden iskana açılması. Batı Trakya Türklerinin Lozan'la kazandığı hakların korunması.

Kerkük'ün demografik açmazı ve Türkmenlerin 3. büyük etnik unsur olarak tanınması ve Irak Anayasası’nda yerini alması.

Doğu Türkistan'daki insan hakları ihlalleri, Türk toplama kamplarındaki nazist baskı ve çinlileştirme mezalimiyle birlikte etnik soykırım.

Kısa başlıklarla nokta atışları yaptığımız bu sorunları halk bazında bilen kaç kişi var ? Ben milletvekiliyim diyerek mecliste fink atan, bu meselelere vakıf kaç vekil tanıyorsunuz ?

Bunları hep birlikte çözeceğiz. Birlik tarihin bize yüklediği sorumluluğun gereği ve objektif koşulların zorunluluğu noktasında anlaşılmalıdır. Dil'de, İş'te ve fikirde birliğe ihtiyacımız var.

Kuvay-ı Milliye ruhuyla, Ergenekon ateşini yeniden yakarak tünelin sonunu tayin edeceğiz. Zira başka Türkiye yok.