Artık memlekette olup bitenleri, toplumun belli kesiminin inandığı kurguları konuşamaz olduk.
Sadece kimler kimlerle deyip gülüp geçiyoruz.
Bir mevzuyu ifade etmek isterken sıkıntı yaşamamak için başkaları tarafından oluşturulan misalleri kullanmak durumunda kalıyoruz.
Oysa en tehlikeli toplumlar, kendilerini ifade etmekte yeterli rahatlığı ve ortamı bulamayan insanların oluşturduğu yapılardır.
Hep kendi doğrularını dayatıp kendi çıkarları paralelinde hareket edenlerin bunu hangi yöntemlerle yaptığı merak ediyorsanız aşağıda ki İbn-i Sina'nın deneyi üzerine Mustafa KIZIKLI Başkan kadar kafa yorun;
" İbn-i Sina İki kuzuyu iki ayrı kafese koyar. Kuzular aynı yaşta, aynı kiloda, aynı cinstir ve aynı yemlerle beslenir.
Tüm şartlar eşittir. Ancak, yan kafeste de bir kurt vardır ve kurdu sadece kuzulardan biri görebilmektedir.
Aylar sonra kurdu gören kuzu huzursuz, zayıf ve çelimsiz olduğundan ölür. Kurt kuzuya hiç bir şey yapmamasına rağmen, kuzu yaşadığı korku ve stres yüzünden ölmüştür.
Kurdu görmeyen diğer kuzu ise oldukça huzurlu olduğundan besili ve kiloludur."
İbn-i Sina bu deneyde, sürekli korku üreten olumsuz düşüncelerin insana hayatı nasıl zehir edebileceğini göstermiştir.
İnanç, ideoloji ve kimlikler de kaynağı kendi karşıtlarından oluşan sürekli korkular üretirler. Çünkü korku, çok kullanışlı bir duygumuzdur. Korktuğumuzda aklımız, mantığımız devre dışı kalır, sadece güce ve güvenliğe ihtiyaç duyarız.
Korkan insan tüm özgürlüklerinden vazgeçerek politik gücün zorbalıklarına gönüllü destekçi olur.
Bu nedenle insanları iki şekilde kontrol ederler. Birincisi insanları korkutmak, ikincisi demoralize etmektir.
Oysa aklı başında, moral gücü yüksek ve kendine güvenen insanları yönetmek o kadar kolay değildir.
Bu nedenle politik güç merkezleri, zorba politikalarıyla her şeyden şikayetçi mutsuz kitleler yaratırlar. Bunun sonucu olarak, ağlamak kollektif hale gelir.
Çözüm olarak, ağlayanlara ya mama verir ya da ağlayanların ağzına biber sürerler. Güçlerini korumak için de KANDIRMA, KORKUTMA, KIŞKIRTMA sistemini işletirler.
''Kırmızı Başlıklı Kız'' masalını bilirsiniz..
Bu masalda verilen mesaj çok açıktır.
Dış dünya, tehlikelerle ve kötülerle dolu bir dünyadır. Özgür ve başına buyruk yaşarsanız, başınıza korkunç olaylar gelir. Ama eğer büyük sözü dinler, otoriteye itaat edersiniz, güvenlik içinde yaşarsınız...
Bu masalda, Kırmızı Başlıklı Kız'ı kurttan kurtaran avcının işlevi ise, bugünkü politik-ideolojik toplum mühendisleri, insanlığı, dünyayı, ülkeyi, ümmeti, milleti, devleti kurtaran Şaban'lardır.
İşte insanlık, hep bu masallarla büyüdü, bu masallarla insan, toplum ve hayat algısına sahip oldu.
Korku, insanın hayatta kalma içgüdüsüdür. İnsan korkuları sayesinde azim ve hırsla mücadele eder, korkuları sayesinde motive olur, moral bulur. Gelişip ve ilerler.
Ancak, korkulan her şey de insanın özgür yaşamasının önünde bir engeldir. Bu nedenle insan, korku engellerini aşa aşa özgürleşir.
Bir de korkunun karanlık yüzü vardır. Üretilmiş, sahte, yapay korkular, hatta kendi zihnimizde ürettiğimiz hayali korkular yüzünden insan, çekingen ve tutuk davranır. Korkuları karşısında köleleşir..
Senaryosunu politik güçlerin kurguladığı korkular da, yaşama sevincinin ve coşkusunun eşlik ettiği rasyonel bir korku değil, hayatı yasaklarla iptal eden, ölüm severliğin eşlik ettiği akıl dışı korkulardır...
Çobanlar, koyunları kolay gütmek için onlara hep kurt masalları anlatırlar...
Sahi bize ne çok korku masalı anlatıyorlar hayırlı cumalar!