Kandırılıyoruz...

Öteleniyoruz.
Göz ardı ediliyoruz.
Umursanmıyoruz.
Önemsenmiyoruz.
Sevilmiyoruz.
Sayılmıyoruz.
Değer görmüyoruz.
Dikkate alınmıyoruz.

Yokmuşuz gibi tavırlarla, isyanımızı duyurmaya çalıştıkça, sorularımıza cevap aradıkça, kaybettiğimiz canların hesabını sordukça normalleştirme, sıradanlaştırma yaklaşımlarıyla, bilinçli sağırların dünyasında kayboluyoruz.

Kaybediliyoruz!

Ama kötü hırslardan bir türlü kurtulamıyoruz bu nefsine aşık, hatasına yapışık bünyelerin.
Bile bile ladeslerin ülkesi ve trajedinin ütopik şehri olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyoruz.
Hazırdan yiyoruz, tüketiyoruz tüm güzellikleri... atalardan kalana hakkıyla çıkamıyoruz sahip, çıkartmıyoruz da zaman zaman.
Yarı yolda kalıyoruz.
Dilekler dileyip, kainata kıytırık mesajlar gönderiyoruz.
Daha mesaj yerine ulaşmadan, bir başka trajedinin içinde kendimizi buluyoruz.

İnsanın yapamadığını doğadan istiyoruz.
Sel götürsün, el götürsün, yel götürsün tez zamanda hesabı.
Giden bizden gidiyor o apayrı.

Sormak istiyoruz!
Soramıyoruz.
Cevap istiyoruz!
Duyamıyoruz.
Adalet istiyoruz!
Alamıyoruz.
Okumak istiyoruz!
Okuyamıyoruz.
Uçmak istiyoruz!
Uçamıyoruz.
Coşmak istiyoruz!
Coşamıyoruz.
Sığ algılarla ve kısır yaklaşımlarla, stres atalım diye ulaşabildiğimiz tek yerden de oluyoruz.

Sonra da eğlenmesini bile bilmiyoruz diye ahkamlar kesiyor, şikayetler ediyoruz.
Adam hayatında hiç Zeki Müren'i görmemiş ki Zeki Müren de bizi görecek mi diye sormasın!
Bülent Ersoy var yerine diyoruz Bülent ablamızı da kurban ediyoruz anılarla dolu Gaziantep hatırasına...

Biz başka bir şehre uyanıyoruz, onlar başka bir şehre.
Biz başka sorunları anlatıyoruz, onlar başka çözümsüzlüklere dalıyorlar.
Biz başka şehrin dertleri ile dertleniyoruz, onlar başka şehrin mutlulukları ile eğleniyorlar.
Gün gezer gibi unvan gezdiriyorlar!

Gözün gördüğü, kulağın işittiği tüm gerçeklere, olmayan başka başka algılarla savaş açıyor, gerçeğin matematiğine denklem çakıyoruz.

Unvanını alan geçiyor bir köşeye, başlar aşağıya, eller cebe... hak, hukuk, adalet, şeffaflık hak getire!
Çekiyoruz üzerine inceden bir çizgi, giriyoruz sıraya, herkes olmuş bir tilki.

Soruları çalıyoruz, hayat kaydırıyoruz bir de kızarmadan anlatıyor yola devam ediyoruz.

Küşümleniyor muyuz?

Teho teho... hatırladınız bu ikilinin sesini... değişti mi bir şey, sordu mu birileri?

Lafta!

Azıcık kıpraşmalar oluyor tabi... küşümden değil, kürkümden olurum kaygısıyla!


Çok muhterem demeçlerle, pek kıymetli müjdelerle körler sağırlar oyununda değişen piyonları ama değişmeyen koyunları sayıyoruz.

Her gün zamanımızdan gidiyor... dünya dönüyor, biz yerimizde duruyoruz.
Kötünün iyisi ile yetinmek zorunda bırakılıyoruz.
Kimisi de yetinmeyi seçiyor aksi halde mücadele gerek!
E mücadele edecek kaç adam da var yürek?
Şişirilmiş rakamlarla, göz boyama makamlarla toplumumuzun geleceğini yok ediyoruz.

Bir iki üç dört...
Çıkarken kapıyı ört.
Dört beş altı...
Memleket harbi battı.
Yedi sekiz dokuz...
Elhamdülillah tokuz.
On on bir on iki...
Trene baktı seninki.
On üç on dört on beş...
Neresi beleş oraya yerleş.
On altı on yedi on sekiz...
Bir tek ben mi kaldım keriz!
On dokuz yirmi...
Bu filmi kimse sevmedi!
Yirmi bir yirmi iki...
Tribüncü cemaatin cuma vakti geldi.
Yirmi üç yirmi dört...
Antepli rafık oldu gayriresmi flört.
Yirmi beş yirmi altı...
Suriyeliler depara kalktı.
Yirmi yedi...
Adaletin köküne gıran girdi!

Çözüm soranlara, çözecek var mı sorarım?
Eleştirilerime bir muhatap arar, çözecek var ise listeyi hazırlar, sıralarım.
Aslında aday epey çok, herkes bilir kendini.
Ama ortaya çıkıp akıl danışacak kadar yok mütevazi, cesur biri!

Baktık iş yaş, muhatap yok kimse kaygılanmasın, ben kolay pes etmem gölgeler umutlanmasın.

Kalemimi yorduğum gibi nefesimi de bir müddet yorar, sonra geçer kenara dramaya bakarım.

Elbet vazgeçmem, yazarım yazarım yine yazarım.
Ancak; kendi düşen ağlamaz hesabı düşene bir tekme de ben atmam fakat, atanlara uzaktan bakarım.
Vicdanım rahat, zihnim berrak, kalemim çelikten, üfürükten teyyara tiplere selam gitmesin benden.
Zira israfı sevmem.
İsrafçıya da boyun eğmem.
Pel pel bakarsa bu millet düşürene, niye düşürdün diye hesap soranların yanında olmayanlara zırnık mecal vermem.

Bugün ben, yarın sen!
Unutma! Hepimize gerek hakikatlı düzen.

Memleketime varlığım feda olsun derim ama..!
Yandan çarklı suistimalcilerin yuvasına da sokarım kalemi valla.

İnsanları sıfatları ile tanımlama da yoktur üstüme, isim cisim mühim değil, tarife destur yetti de arttı bile.

Anlayan anlar, anlamayan sallar.
Sallandığı yerde başlar kulisler, anlayanlar bir adım öteyi zorlar.
Sevmez bizim şehir, kafası zehir, dili güçlü hatunları.
Hanım hatın olmak sanar, sus pus oturmaları.
Kimse bana uzaktan atıp tutmasın, çok gördük eylemi ile söylemi tutmayanları.
Sizi bilir herkes, ortalık kuklaları.

Yeni kalem geldi kırılanın ardından...
Bu pek sağlam bir şey, kırılmaz, gelirim kötünün hakkından.
Ona göre denk alsın şehrimin üzerindeki kara çalılar ayağını, onu bunu bilmem ama ben benzemem başkalarına!

Böyle gelmiş böyle gider diyecek zihniyet yok ben de.
Her türlü bozuk düzene yazar kalemim, durmaz yerinde!
Gün gelir devran döner, örnekleri çoktur iyi izle!
Elbet adalet yerini bulur, Hallo Cello olmasın boşuna hiçkimse.
Gaziantep hakkıyla emek verenindir, kimse güvenmesin bugününe.