Türkiye son günlerde yine bir müjde yağmurunun altına girdi. Sosyal medyada dolaşan “doğum izni 6 aya çıkıyor”, “babalık izni 10 gün oluyor” başlıkları, geniş bir kesimin yüzünü güldürdü. Burası sosyal medya; kedilerin bile adına hesap açıldığı bir ortamda bilgi kirliliğinin görülmesi artık şaşırtıcı değil. Bu nedenle tasarının gerçek çerçevesini, beklentiyle propagandayı birbirinden ayırarak değerlendirmek gerekiyor.
Meclis’e gelmesi beklenen tasarıda en çok konuşulan başlık, analık izninin 16 haftadan 24 haftaya çıkarılması. Doğum sonrası iyileşme, bakım ve anne-bebek bağının güçlenmesi açısından kıymetli bir adım olarak sunuluyor. Kamu ve özel sektör arasındaki izin farkının kaldırılması da önemli bir eşitleme hedefi taşıyor. Türkiye, analık izni konusunda yıllardır geriden gelen bir ülkeydi; tasarı yasalaşırsa en azından tablo biraz daha insana yakışır hâle gelecek.
Ücretsiz izin konusunda dolaşan yanlış bilgi ise ayrı bir başlık. Sosyal medya bunu “yeni bir hak” gibi pazarlıyor. Oysa 24 ay ücretsiz izin hakkı zaten yürürlükteydi. Tasarının yaptığı; bu sürecin daha düzenli, daha öngörülebilir ve annenin kararına daha fazla saygı duyan bir yapıya kavuşmasını sağlamak. Hak genişlemiyor, ancak uygulama daha insani bir noktaya çekiliyor.
Babalık izni de tasarıda yer alan maddelerden biri. Özel sektörde 5 gün olan izin, 10 güne çıkarılacak. Doğumun ilk günlerinde babanın gerçekten var olabilmesi için küçük ama anlamlı bir alan açılıyor. İş dünyasında bazen “babalık izni neye yarar” diye soranlar oluyor; o kişilere bir bebekle geçen ilk haftayı tavsiye ederim. İnsanı hızla ikna eden bir tecrübedir.
Yürürlük tarihine ilişkin yanlış yorumlar da ortalıkta dolaşıyor. Düzenlemelerin “Ocak’ın ilk haftasında kesin yürürlüğe gireceği” şeklindeki iddialar gerçeği tam yansıtmıyor. Tasarının yasalaşması hâlinde maddelerin 2026’nın ilk ayları içinde kademeli biçimde yürürlüğe girmesi öngörülüyor. Yani tek bir düğmeye basılarak her şeyin aynı anda başlaması beklenmiyor. Sürecin seyri tasarının Meclis’te alacağı şekle göre netleşecek.
Tasarının amacı aileyi desteklemek ve çalışan ebeveynlerin yükünü hafifletmek. Annelerin iş hayatındaki konumunu güçlendirmesi, babaların sürece daha fazla katılması ve çocuğun ilk aylarının daha sağlıklı geçirilmesi hedefleniyor. Bu yönü açık ve olumlu.
Asıl tartışma ise uygulamada ortaya çıkacak. Türkiye’de uzun zamandır bilinen bir gerçek var: Haklarda yapılan iyileştirme her zaman istihdama aynı oranda yansımıyor. Bu nedenle kritik soru gündeme geliyor:
Tasarının yasalaşması kadın istihdamını güçlendiren bir adıma mı dönüşecek, yoksa bazı işverenler için yeni bir “risk hesabı” başlığına mı?
Mevzuat değişebilir, haklar genişleyebilir, aile politikaları güçlenebilir. Yine de sonuç, işveren zihniyetiyle şekilleniyor. Tasarı umut vadediyor; şimdi gözler, bu umudun çalışma hayatında ne kadar karşılık bulacağında.