Mehmet Sait Kaya adlı bir okurum aradı. Yazılarımı takip eden bir hemşehrimiz olarak et fiyatlarını sordu. Bende cevapladım. Karşılıklı olarak fikir teatisine dönüşen bu telefon görüşmesindeki ana hatları diğer okurlarımızla da paylaşma gereği duydum. Bu nedenle farklı konulara temas etme düşüncesindeyken bu meseleyi köşeme taşıyorum. Türkiye tıpkı terörle mücadele sorununda olduğu gibi, aş, iş, ekmek ve sonunda ?et? sorununa da bir günde gelmedi. Uzun yıllara dayanan yanlış politikalar bugün kangren haline gelmiş bütün sorunların maddi alt yapısını oluşturmuş, her sorun bir diğer sorunu tetiklemiştir. 1950?den sonra hükümet olan ve Türkiye?nin yönetimine talip olan hiçbir kabinenin, hiçbir konuda milli bir politikası yoktur. İhtisas, bilgi ve birikim gerektiren kimi bakanlıklar ehil olmayan ellerin günü kurtarmaya matuf politikalarına ya da insafına terk edilmiştir. Hükümetlerin görevi, yönetmekle yükümlü olduğu halkın ucuz ve sağlıklı gıda tüketimini sağlamaktır. Et yemeyen, süt içmeyen, hayvansal protein almayan bir toplumun sağlıklı nesiller yetiştirmesi gayri kabildir. Buna bağlı olarak sağlıksız toplumdan sağlıklı karar yeteneğini geliştirmesi beklenemez. Yani klasik söylemle ?sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.? Peki, sağlıksız toplum ne yapar? Kaybettiği sağlığını yeniden kazanmak için hastanelere, sağlık kabinlerine ve tıp merkezlerine koşar. Sağlık alanında verilen hizmet dünyanın en pahalı hizmet sektörünün verdiği hizmettir. Bu para da devletten çıkar. Onun içindir ki, akıllı devletler halkın ucuz ve sağlıklı gıda gereksinimini sağlar, sağlıklı çevre koşullarını kendisi oluşturur. Zira sonunda bunun bedelini bu paradoksa olduğu gibi yine devletin kendisi ödemek zorunda kalır. Üretime değil, ranta dayalı ekonomi anlayışı çeyrek asır öncesine kadar dünyada kendi kendine yetebilen 4 büyük ülkeden biri olan Türkiye?yi bir felaketin eşiğine getirmiştir. Tahıl ve canlı hayvan ihraç eden ülkemiz, bu kez tahıl ve canlı hayvan ithal eden bir ülke durumuna düşürülmüştür. Tarıma elverişli sulak alanlar ve meralar kaderine terk edilmiş, destekleme primleriyle boş bırakılan tarım alanları adeta ödüllendirilmiş, müstahsil üretime değil, tembelliğe teşvik edilmiştir. Canlı hayvan sektöründe de durum bundan farklı işlememiştir. Et ve süt tarımını destekleme anlamında gerçek müstahsile değil, bu işin hırsızlarına ve fırsatçılarına ülkenin kıt kaynakları peşkeş çekilmiştir. Doğu ve Güneydoğu?da dört duvara ve devletin parasını zılgıt çekmek üzere ağaların çobanlarının üzerine aldığı krediler, özellikle teröre bir rüşvet olarak hibe edilmiştir. Bu manada spekülatörler müstahsilden daha fazla değer bulmuştur. Meselenin yürütme ayağına bakıldığında ne tarım bakanı, ne kabine başkanı topluma tatminkar bir açıklamada bulunamamıştır. Boş atıp dolu tutmaya matuf ithalat politikası ise dağa fare doğurtmuştur. Bölgemiz milletvekillerinden hiç biri konu ile ilgili olarak mecliste söz almamış, cevaplanması talebi ile Tarım Bakanına şahsı yada grubu adına soru önergesinde bulunmamıştır. Temsilde de sıkıntı yaşayan Türk halkı iyice sıkışmış, geleceğe yönelik umut duygularını yitirmiştir. Medyada propaganda üzerine propaganda yapan hükümetin canlı havyan ithal siyasetine olmuştur. Hani et 12 liraya düşecekti, bu haberler birden bire neden sırra kadem bastı? Bütün bunların nedeni ülkeyi milli iradeye Türkiye?nin koşullarına ve Türk milletinin arzu ve istemlerine göre değil, kimi odaklar tarafından kulaklarına fısıldanan verilere göre yönetmeye çalışanların, yönetilme kabiliyetleriyle ilgilidir. Sanırım bu konuda Mehmet Sait Kaya arkadaşımıza ve saygı değer hemşerilerimize meselenin görünmeyen ve sümen altı edilen boyutu ile ilgili bir sunumda bulunabildik kanaatindeyim.