Kamu görevlerinde görev ve sorumluluk dağılımının liyakat ve ehliyet esasına göre yapılması gerekir. Kamu hizmetinin doğru ve adil bir şekilde yapılması buna bağlıdır.
Bu durumda; liyakat ve ehliyet, sadece devlet görevlilerini ilgilendiren bir durum olmaktan çıkmakta… Bireyler için de önem taşımaktadır.
Görev verilirken, ehliyet ve liyakat prensibine göre hareket edilmesi emanetin ehline verilmesi sonucunu doğurur.
Adalet… Sadakat… Meşruiyet… Bunlar olmadan liyakat ve ehliyetin anlaşılması güçtür.
Liyakat ve ehliyetin esas alındığı ülkelerde hem devlet güçlü hem de emanet anlayışı ve bilinci yüksek düzeydedir.
Verilen görevler, “tapu gibi algılanmaz.”
Kendisine verilen görevi emanet olarak gören insanlar… Üstlendiği görevi, ülkesine ve halkına bir borç olarak görür sorumluluk bilinciyle hareket eder.
Ekonomi kurumlarına, “milli güreşçilerin…” Bakan yardımcılıklarına konu ile hiçbir ilgi ve bilgisi olmayan kişilerin getirilmeleri…
Hele danışılmayan danışmanlar… Ehliyet ve liyakat ilkesi ile bağdaşmaz.
Bir görevi üstlenen kişi, emanetin geçici olduğunu, kendisine borç olarak verildiğini bilmelidir. Kendi özel şirketinde görev vermeyeceği insanları, ulufe dağıtır gibi devlet kurumlarına yerleştirmeleri kabul edilemez.
İzahı da yoktur.
Nihayet, ekonomi kurmaylarında yapılan değişim, “ekonomik ve hukuki reform” söylemlerinin adı bile yetmiş, piyasa az da olsa rahatlamıştır.
Bir başarı hikâyesi yazmayanlar ve göreve dair bir donanımı olmayanlar halka güven veremez.
Biat ve sadakat gösterse de…
Herkes her makamı taşıyamaz. Bir makamı taşıyabilmenin olmazsa olmazlarından biri kuşkusuz güvendir. Lakin güven, adalet ve liyakati yok ederse sancılar başlar.
Devlet görevlileri; liyakatle göreve gelen, güvenle yerinde oturan, görevin gerektirdiği şekilde hizmetini adaletle yürüten insanlar olmalıdır.
Akıllarına birilerine ipotek edenler… Birilerine biat ettiği için seçilenler… Eş dost akraba olduğu için tercih edilenler… İdeolojik saplantılarına boyun eğenler… Nasıl adil olacaklar ve tarafsızlığını koruyacaklardır?
İnsanî, ahlâkî ve erdemlilik anlamında yeterlilik niteliğine bakılmadan yapılan bu atamalar… Gün gelecek çok baş ağrıtacaktır.
Devletin makamı; emanet bilinci olan, güvenilir, dürüst ve işi bilen kişilere verilir.
Buna da kimsenin sesi çıkmaz. Kendisine verilen makam ve görevleri, sadece hizmet makamı olarak gören ve yasalara göre hareket ederek yerine getiren yalnızca liyakat sahipleridir.
Diğer halde, devlet kapısı; para kazanmanın bir aracı olarak görülür ki, bu bir faciadır. Yaşanan sıkıntının kaynağı da budur. Bunların inançları da makamları da kendisinin olsun!
Ülkemin üzerinde, “Gölge etmesinler yeter!” Hakkın safı bize yeter.
İslam; emanet olarak görülen iş, görev ve makamların… İlgili ve yetkili yöneticilere ve ehliyet sahiplerine verilmesini öngörüyor. Nisa 4/58. Ayetinde; “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir” hükmü yer almaktadır.
Bu ayet; emanet, ehliyet ve adalet arasındaki sıkı ilişkiyi açıkça ifade etmektedir” Özellikle, inançlı insanların bu konuda taviz vermemesi gerekir. Nerede?
Emaneti; hırsızlara, ehliyeti; çıkar guruplarına, liyakati ise yandaşlara vermek devleti zayıflatır. Ve halk devletine güvenmez olur.
Buna çok dikkat edilmesi gerekir.
Toplumda, bürokraside ve siyasette liyakat ve ehliyet ilkesi yürürlükteyse, o ülkede adalet yürürlükte demektir. Aynı zamanda toplumsal eşitsizlikleri de dengeler. Başka bir ifadeyle, liyakat ve ehliyete dayalı makam verme, toplumsal adaleti de sağlar.
Bir görev veya makama gelme veya getirmede liyakat ve ehliyet ilkesine uyulması toplumda kabul görür. Gereksiz tartışma ve tepkilere neden olmaz. Zira hizmetlerin iyi yürümesi için toplum desteği önemlidir.
Toplum desteğinin olmadığı bir yerde makamın koltuğu havada kalır.
Üst görevlerde sadece ehliyet de yetmez, liyakat ilkesine bakılmalıdır. Ehliyet sahibi ama liyakat sahibi olmayan kişiye devlet üst görevleri tevdi edilemez.
Ne yapılıyor? Liyakat ve ehliyet; belli bir ideolojik veya siyasal grubun belirlediği sınırlarla ölçülüyor. Böyle olunca da, “dayısı olan” ehliyeti ve liyakatli sayılıyor!
Hâlbuki liyakati belirleyen ölçütler geneldir. Bu ölçütlere uyan, hangi görüş ve düşünceden, hangi inançtan olursa olsun göreve atanmalıdır.
“Biz birlikte Türkiye’yiz!”
Kişilik sahibi, karakterli, ahlâklı, güvenilir, dürüst ve liyakatli onca vatan evladı dururken… Çıkar odaklı, oynak tiplere, “altın tepsi” içerisinde, hayalinde bile göremeyeceği makamların sunulması…
Akla ziyan uygulamalardır.
Daha ileri boyutlarda bunlar, emanete ihanet edeceklerdir. Bu da toplumsal çöküşü hızlandırır.
Hadiste belirtildiği üzere, “İş, ehli olmayan kişilere verildiğinde, kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır.”
Birçok yerde toplumsal hayat alt üst olmuşsa… Toplumda güvensizlik, sadakatsizlik, vefasızlık, adaletsizlik ve zulüm yaygınlaşıyorsa… Güçlü olan haklı, güçsüz olan haksız sayılıyorsa…
Nedenini; ehliyet ve liyakat sahibine verilmemesinde aramak gerekir.
Bunu çalar, bunu söyleriz.