Gaziantep Barosu’na kayıtlı olduğu söylenen iki Suriyeli sığınmacı avukatın sosyal medya üzerinden akıl ve izanla izahı mümkün olmayan paylaşımları gündemi sarsmaya devam ediyor. Kökleri oldukça derinlerde olan bu kin ve garez dolu açıklamaların genetik kodları ihanete yatkın bir toplumsal dokunun günümüzdeki yansımalarından öte bir şey değil. Türkler 600 yıl boyunca salt İslam dinine olan saygılarından ve samimiyetle üstlendikleri peygamberin sancaktarlığından dolayı Arap coğrafyasını koruyup kollayarak onlara hamilik ettiler. Devlet-i Aliyye’nin imkanlarını ve maddi varlığını Arap coğrafyasının mamur edilmesi için harcadılar. Çölün kızgın kumundan, güneşinden ve fakirliğinden başka hiçbir zenginliği olmayan bu topraklara hakkı ve adaleti getirdiler. Hac yolunu güvence altına almaktan tutun, Kâbe’deki revaklara, Ecyad kalesinden, su kemerlerine, hanlardan hamamlara, şehirlerin imarından, çarşılara, imaret hanelere kadar her türden ekonomik sosyal ve dinsel yapının fiziki koşullarını oluşturmakla kalmadılar, bu hizmetlerin devamlılığı adına başta vakıflar ve benzer kuruluşlar olmak üzere yasal içtimai düzenlemeler yaptılar. Buna mukabil Osmanlı’nın siyasal hakimiyeti zayıflamaya başladığında ise Arap aşiretleri bulundukları coğrafyalarda İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yaparak Türklere olan minnetlerini karşı ihanetlerle ödeme yolunu seçtiler. Genetik olarak ihanete yatkın bir topluluk olan AraplarLawrence-Şerif Hüseyin kırması bir bedevi-cahiliye mantığıyla yediği kaba pisletmekten imtina etmediler. Mekke emiri Şerif Hüseyin’in ölüm döşeğindeki pişmanlığı uzun yıllar sonra dönemin Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in açıklamalarıyla birebir örtüşecek, islama sancaktarlık yapan Türk Milletinin uğradığı karşı ihanet tarihin tanıklığıyla tescillenecekti. Peki, günümüzde değişen bir şey var mı? Hayır. Türklere kim düşmansa onlarla birlikte Türklere karşı düşman saflarında deyyusu ekber duruşu gösterenler Şerif Hüseyin’in torunlarıdır. Gaziantep Barosu’na kayıtlı olduğu söylenen Mustafa Bayırlı ve Salah Alddin adlı bu iki avukat ise bu ihanet sarmalının günümüzdeki küçük modülasyonlarıdır. Bir arada yaşamak için entegrasyon kurslarının düzenlenmesini talep eden siyasi iradeye Göç İdaresi’ndeki memurlara insanlık kursları düzenlenmeyi talep edecek kadar küstahlaşan bu avukatlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin memurlarını kuduz köpekler olarak niteleyecek kadar seviyesizleşebiliyor. kaldı ki, kamusal bir hizmet üreten Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin memurunu kuduz köpeklikle itham etmek, Türkiye Cumhuriyeti Devletini alanen aşağılamak ve devleti kuduz köpek yerine koymakla eşdeğerdir. Sığındığınız bir ülkeye misafirperverlikleri için şükran duyacağınız yerde ona küfür etmek, tam anlamıyla Türk Milleti’nin hoşgörüsüne ve genetiğindeki hümanist kültüre başlıbaşına bir saldırıdır. Burada yediğiniz herzeleri herhangi bir Avrupa ülkesinde yapmaya kalksanız bunun faturası çok ağır olurdu. Keza zaman zaman öykündüğünüz, kurtuluşu aradığınız Avrupa’da 18 bin Suriyeli çocuk kayıp. Kimileri organ mafyasının, kimileri fuhuş çetelerinin ellerinde. Avro-Hristiyan despotizminin kirli emellerini tatmin oyuncağına dönüşmüşken, bu akıldışı lakırtıların hangikinden, hangi soysuzluktan kaynaklı olduğu ise patolojik bir vaka olarak araştırılmalıdır. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de aile saadetleri çalınmış, mabedleri yıkılmış, kadınların iffetleri yağma edilmiş, savaş ganimeti sayılan çocuklar haremlik malzeme yapılmak üzere arap şeyhlerine satılmış arap arabın etiyle beslenir olmuşken konuya Türkleri dahil etmenin mantığı izaha muhtaç bir haldedir.