Görevin Hizmetin yürümesi için her görevli hizmeti yürütmelidir.

Bizim bir idarecimiz derdi ki ''Görev dağılımı Bizim aramızda her görevli gün içinde gördüğü aksaklığı gidermelidir'' Bu yazıda bu ifadeye uygun bir olay anlatılmaktadır.

Bulgaristan'ın Silistre kentinin Tatar Atmaca köyünde (bugünkü adı: Sokol) doğar.

Sekiz kardeşin en büyüğü olduğu için bütün yük omuzlarındadır.

Aç karınlarını doyurmak için harman altında sapların arasında tek tek buğday tanelerini toplar.

Evde herkes onun yolunu gözlemektedir.

Bazen bir avuç, bazen bir tas buğdayla evine döner.

Bir avuçla eve döndüğünde, sanki suç işlemiş gibi annesinin gözlerine utancından bakamaz, o gün bir bahane bulur, evden ayrılır.

Annesi bir avuç buğdayla çorba yapıp, kardeşlerini doyurana kadar da eve dönmez, aç uyur.

Yeter ki kardeşleri 'açım' demesin!..

Baraka gibi bir evde yaşarlardı, evin üstünü bulabildiği tenekelerle kapatabildiği kadar kapatmıştı.

Bir sabah kalktığında, yağan yağmur, küçük kardeşinin beşiğini doldurmuştu.

O kardeşini kaybetti...

*

1914'de öğrenimine devam etmek üzere tek başına İstanbul'a geldi.

Maarif Nazırı Şükrü bey tarafından parasız yatılı öğrenci olarak Kastamonu Muallim Mektebine gönderildi.

Sabah olduğunda okulun kahvaltısına kalktı, 'karnımı ilk defa 21 yaşında doyurabildim' dedi.

Birinci Dünya Savaşının zor yılları...

Açlık ve sefalet...

Önce öğretmenlik yaptı, sonra 1935'de 'İlköğretim Genel Müdürü' oldu...

Çatısı olmayan evde kardeşini kaybetmişti.

Onu hiç unutmadı.

*

Sık sık ata biner, köy okullarını ziyaret ederdi.

Bir gün yağmur yağarken bir köy okuluna gitti, içeri girdi.

Kim olduğunu söylemedi.

Öğretmen çocukları çatının akmayan yerine toplamış yumak olmuşlardı.

'Eyvah' dedi, 'bu öğretmen, yürekli bir öğretmen ama belli ki köy enstitüsü mezunu değil.'

'Çocuklar' dedi, 'bana bir merdiven bulabilir misiniz?'

Birisi, 'ben bulurum' dedi.

Merdiven geldi, çatıyı bir yağmur damlası akmayacak hale getirdi.

Oradan ayrılırken, öğretmenin cebine kartını bıraktı.

Atına bindi, şiddetle yağan yağmura aldırmadan yoluna devam etti.

*

Öğretmen elini cebine attı, kartı çıkardı, okudu.

Şöyle yazıyordu:

İsmail HakkıTonguç- İlk Öğretim Genel Müdürü

Kartın arkasındaki yazı da şöyleydi:

'Çatı yeniden yağmur akıtırsa, bana mektupla yazabilirsin.'

İşte bir öğretmen, bir idealist, bir eğitim devrimcisi...

Köy Enstitülerinin mimarı...

*

Çocuklarımızı akıl ve bilimin aydınlık ışığına yönlendiren, onların insana, doğaya, tüm öteki canlılara duyarlı, merhametli, sevgi dolu, özgüvenli, kişilikli, erdemli bireyler olmaları için emek veren, onları yüksek insanlık değerleri ile donatan tüm öğretmenlerimize saygıyla...

Ve bir söz:

"Tarih boyunca Türklerin dünya uygarlığına yaptığı tek özgün kaynak, KÖY ENSTİTÜLERİ'dir."

Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Tarihçi