Rize'de bir belde kahvesinde oturan bir grup siyaset konuşmakta ve hükümeti sürekli eleştirmekte. Yakın masada da bir imam oturmaktadır. Sohbette yolsuzluklar tartışılmakta ve oturanlar devamlı ‘'Olmaz ki, be kardeşim'' diye yakınmakta. Her sözün ardından da imam lafa karışmakta ve ‘'Kitabına uydurursan olur, neden olmasın?'' demekte. Sonunda sabrı taşan biri imama yönelir ve şöyle der;
-Ya imam efendi. Ne demek kitabına uydurursan olur. Yani sen şimdi kitabına uydurarak cuma hutbesinde rakı içip, cemaate cinsel organını gösterebilir misin?
-Yaparım der imam.
Bahse tutuşurlar. Cuma günü gelir çatar. İmam cebinde bir şişe rakıyla hutbeye başlar. Sürekli içkinin kötülüğünü anlatır. Arada bir de cebinden şişeyi çıkarıp, bir yudum içer. Hutbenin sonunda imam şöyle konuşur;
-Ey cemaat. Siz şimdi imam hem içkinin kötülüğünden bahsediyor, hem de hutbede rakı içiyor. Bu imam kâfir diyeceksiniz. Ben içkinin kötülüğünü size göstermek için içtim. Vallahi de, billahi de halis müslümanım. İnanmazsanız bakın. Sünnetliyim ben, der ve pantolonunu aşağıya indirir. Türkiye'de kitabına uydurduktan sonra yapılamayacak şey yoktur. Osmanlı imparatorluğu borçları yüzünden yıkıldı. Atatürk Kurtuluş Savaşı'nı halktan çorap, palaska, çarık, un, sargı bezi ve benzeri yardımları toplayarak kazandı. Yani, halkımız sıfırın altında bir ekonomiyle ordu kurdu.
Şimdiki iktidarlar ne yapıyorlar?
Vergi kazançtan alınır. Hükümet vergiyi harcamalardan almakta. Hem de aldığı verginin bile vergisini ve verginin vergisinin vergisini de toplamakta.
Haksızlık ve vurgun ayyuka çıkmış durumda. Ülkede yaşayan her aile devlete ödediği vergiler dışında Telekom, GSM operatörleri ve belediyelere verilmeyen hizmet karşılığı (sabit ücret) olarak ortalama bin lira ödemek zorunda. Sayın Başbakanın iddia ettiği kişi başına onbin dolarlık(!) milli gelirin tümü onbin ailenin kasasında yatmakta. Devletin iç ve dış borç toplamı beşyüz milyar dolar civarında seyrediyor. Sanayi ve teknoloji anarya gitmekte. Fabrikalar kapanmakta. İşsizler ordusu çığ gibi büyümekte. Ekonomi kurdu bankalar halkın perişan halini bildiğinden kaldırımlarda kredi kartları dağıtarak, ülkenin tamamını kümesinde tavuk haline getirdi. İcralıkların sayısı bir buçuk milyonun üzerinde. Konya ovasında sık sık meydana gelen obruklar gibi Türk halkının psikolojisinde, ahlaki ve ekonomik yapısında obruklar oluşmakta. Hükümet bu geri gidişi bilmiyor mu? Bal gibi biliyor. Bu nedenle Tunceli'de suyu olmayan köylere çamaşır ve bulaşık makinaları dağıtmakta. Bedava kömür, para çekleri, gıda maddeleri sürekli dağıtılıyor. Tuvalet yapılıyor, İlginç olan bir nokta da Güneydoğu'da dağıtılan yardımların % 40 ı Diyarbakır'a ayrılmış durumda. Bu uygulamanın seçim rüşveti olduğunu belirterek yardımlara yasak getiren YSK kararlarını duyan, dinleyen yok.
ŞEŞ TV yayına başladığında Diyarbakır Belediye başkanı Osman Baydemir ‘'Dilimizi kabul ettirdik. Sıra vatanımızın (Kürdistan) adını kabul ettirmeye geldi.'' demişti. Tunceli ve Diyarbakır terörün en azgın olduğu iki il. Hükümet yardım ağırlığını bu iki kaydırarak, farkında olmadan ve dolaylı yollardan terörü ödüllendirmiş olmuyor mu? Halkımız yoksulunu kendisi korur ve barındırır. Yapılan yardımlarla fabrikalar kurulabilir. Bir kısım işsiz vatandaş iş sahibi olur. Milli gelire katkı sağlanır.
Beyoğlu'nda dilenip Üsküdar'da sadaka dağıtmak diye buna denir işte. IMF nin boyunduruğunda borç alarak halka yardım dağıtılır mı? Bu yapılanlar seçim rüşvetini kitabına uydurmak değil de nedir? Vatan pahasına siyaset yapılmaz.