Yazarımız Mehmet Nacar’ın son kitabı ’Kapıldım Gidiyorum’ kitabından notlar vereceğiz.. Bugün önsöz ve girişle başlayacağımız kitabından her gün bir alıntı yapacağız..

İşte önsöz

Yakın dostlarımın ısrar ve hatırlatmaları sonunda bu kitabı yazma gereği duydum. Bir anı kitabı olmasına rağmen içindeki sayfalarda tanıdığınız veya adını duyduğunuz birçok kişiye rastlayacaksınız.

Bu kişiler arasında Üstat Necip Fazıl Kısakürek, Yılmaz Güney, efsane vali Recep Yazıcıoğlu, Sinan Cemgil ve Üstat Abdurrahim Karakoç gibi kişiler vardır.

Yaşar Kemal'in İnce Memet romanının yaşandığı yerle ilgili gerçek bilgilere de bu kitapta rastlayacaksınız.

Atalarımız ''Çok yaşayan değil, çok gezen bilir.'' demişler ya. Ben de çok gezdim. Kilis, Adana, Sivas, Ordu, Tokat, Kahramanmaraş, Gaziantep illerinde yıllarca yaşadım.

Ayrıca bu kitapta mukaddes öğretmenlik mesleğinin sorunlarını kısa öyküler halinde okuyabileceksiniz.

Kitapta anlattığım olaylar, olayların sebep ve sonuçları, siyasetin eğitim ve öğretim üzerindeki olumsuz etkileri, ekonomik nedenler ve benzeri birçok konu incelendiğinde bugün yaşanan toplumsal yozlaşmaların nereden geldiği anlaşılacaktır. Kitabımın üniversitelerin ilgili dallarında incelenmesinden eğitim ve öğretime yararlı sonuçlar çıkacağına inanıyorum.

Sözü uzatmadan sizleri sayfalar arasında gezintiye davet ediyorum.

Buyrun…

Necip Fazıl Üstadımla Tanışma

1967 yılı yaz ortalarıydı. Liseden sonra üniversiteye gidememiştim. Bu nedenle bir yılım doğduğum ve ailemin yaşadığı Yavuzlu'da geçmekteydi.

Ortaokul yıllarımda şiir yazmaya başlamıştım. Şiir ve öykülerim Kilis'in yerel gazeteleri olan Kent ve Hududeli gazetelerinde yayınlanmaktaydı. Şiire ortaokul yıllarımda meyletmiş ama lise yıllarımda daha fazla ağırlık vermeye başlamıştım. Bunda da Faruk Nafiz Çamlıbel'in edebiyat kitabımıza alınmış ''Şair'' konulu şiiri büyük rol oynamıştı. Bu şiirin son satırı şöyle diyordu;

''Şair sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın.''

Şiirin bu satırını kendime rol olarak seçmiştim. Bu sözler şairliğin ne kadar zorlu bir yol olduğunu anlatmaya yetiyordu.

Bir gün Üstat Necip Fazıl Kısakürek'in Gaziantep'te Büyük Sinema'da konferans vereceğini öğrendim. Üstatla tanışmamıştım ama büyük sempati ve saygı duyuyordum. Çünkü ikisi de halamın oğlu olan Hüseyin Rahmi Yananlı ile Bahri Zengin Büyükdoğu'da yazıyorlar, üstadın rehberliğinde üniversite okuyorlardı. Sonraları Hüseyin Rahmi Büyükdoğu'nun imtiyaz sahibi olmuştu.

Konferans günü geldiğinde bir komşumun motosikletiyle Gaziantep'e gittim. Konferansı dinledim. Konferans gece yarısı bitmişti. Dinleyiciler dağılıp gittiler. Sinemanın önünde bekledim. Sonunda üstat çıktı ve yakındaki bir otele yürümeye başladı. Peşine takıldım. Otele girdim. Üstat yorgundu. Lobideki bir sandalyeye oturdu. Ben de sol arkada bir metre gerisinde ve ayakta dikilerek beklemeye başladım. Rahmetlinin tiki sol yüzündeydi.

Kısa bir süre bekledikten sonra dönüp yüzüme bakmadan;

-Çok yorgunum, gidin de yatacağım, dedi.

Hiç ses çıkarmadım ve olduğum yerde beklemeyi sürdürdüm. O yıllarda henüz yirmi yaşında bir gençtim. Bir süre sonra üstat aynı sözleri tekrarladı. Ben yine beklemeyi sürdürdüm. Sonra yüzünü bana doğru yarım çevirdi ve;

-Öyle bir terbiyesizlik yapıyorsun ki, dedikten sonra durakladı. Başımdan kaynar sular dökülmüştü sanki. Şaşkınlığım geçmeden sözünü tamamladı;

-Terbiyeden de çok üstün…

Bu söz üzerine oradan ayrıldım. Dersimi almıştım.

''Öyle bir terbiyesizlik yapıyorsun ki, terbiyeden de çok üstün…''

Bu sözü çok uzun bir zaman diliminde düşünmeyi sürdürdüm. Daha sonraları sohbetlerinde bulunurken sormaya cesaret edemedim. Övmüş müydü, sövmüş müydü?..

Bence övmüştü.

Ömür boyu şiir yazmayı sürdürdüm ama bu kitapta şiirlerimden söz etmeyeceğim. Öğretmenliğe başladığım yıldan emekliye ayrıldığım yıla kadar gezdiğim yerlerde rastladığım ilginç olayları kısa başlıklar altında siz değerli okurlarıma sunuyorum.

Sizlerle mazinin penceresi önüne oturarak geçmişin derinliklerini seyretmeye başlayalım.

Yazar İletişim:

[email protected]

05358361682