Bir tarafta emekli imamlar, bir tarafta emekli askerler diyar diyar, konferans konferans, kanal kanal gezip “mağduriyet edebiyatı” yaparak çok değer verdikleri halkımıza dertlerini anlatıyorlar. Kendi mağduriyetlerini anlatırken de diğerlerinin ne kadar zalim olduğundan dem vurmayı ihmal etmiyorlar. Mazlumu oynamak daha eğlenceli ve kolay geliyor galiba. Bu arada “Her mazlum, potansiyel zalimdir.” belirlemesini de es geçmek olmaz bu noktada.
Asıl dikkat çekici olan ise her ikisinin de ortak sığınağı/maskesi “demokrasi…” Milattan önce, kadim Yunandaki demokrasiyi dahi anlayamamış bu zat-ı alilere “Hay demokrasi kadar başınıza taş düşsün.” diyesi geliyor insanın. Kemalist-askeri vesayetin bahçesinde büyüyen ve toplumu yukarıdan aşağıya doğru modernist anlayışı göre yapılandırmak gerekir düşüncesiyle doldurulan asker emeklisi “aydınlarımız” ile bilmem hangi efendinin tedrisatından geçip bilmem hangi cemaat ya da tarikatın öğretilerine göre dünyayı yorumlayan imam emeklisi “ulemalar”, pek sevdikleri avama (alt tabakaya) ne kadar “demokrasi canlısı” olduklarını, ne kadar “mağdur” olduklarını anlatmaya çalışıyorlar.
Gelenekte ve özde, demokrasi bilinci ve kültürü olmadığından yaptıkları “demokrasinin demo”su olmaktan öteye de gitmiyor. Bu güruhun “demokrasi” ile ilişkilenmesi ünlü Alman edebiyatçısı Goethe'nin “Faust” adlı eserindeki kahramanın şeytanla girdiği pazarlığa, ilişkilenmeye benziyor. Faust'un diliyle konuşursak: “Zavallı şeytan bana ne verebilirsin ki?..” Efendiler, şeytanın sizlere, bizlere verebileceği bir şey yoktur; ama demokrasinin vardır. Ayrıca, demokrasi Sayın Erdoğan'ın dediği gibi “istenildiği zaman binilen, istenildiği zaman inilen bir tren” de değildir.
“Zalimlere seyirci kalan zalimdir.” şiarıyla Filistin'e, Gazze'ye sefer düzenleyen İslamcı dernekler, gruplar, cemaatler, vakıflar vb. dönüş yolunda kahramanca karşılandılar. “Bu kahraman Müslüman kardeşlerimizin” memleketin göbeğinde bu zemheride ekmek kavgası veren Tekel işçilerini görmezden gelmesi nasıl açıklanabilir peki?
Demokratik seçimlerle işbaşına gelmiş belediye başkanlarını, il ve ilçe meclis üyelerini; hatta muhtarları kelepçeleyip kamuoyunun gözleri önünde rencide etme ayıbını işleyenlere sesini çıkarmayanlar, sırtını rahatça dönebilenler Batı'daki Balyoz darbe planına en sert biçimde tepki gösterirken Doğu'daki tabiri caizse “balyoz”a, bu tutuklamalara neden sessiz kalmaktadır? Son operasyonlarla birlikte tutuklananların sayısı iki binlerle ifade edilmektedir. Polislere taş attığı için tutuklanan çocukların sayısının ise binli rakamlara yaklaştığı söyleniyor. Kürt sorununu bu yöntemle çözülemeyeceğini anlamak için biraz tarih okumak yeterliydi hâlbuki…
“En iyi Tekel işçisi bankadaki kıdem tazminatını çekip 4/C'yi kabul edendir ve yine en iyi Kürt de AKP'li olandır.” anlayışının dayatıldığı siyasal-ekonomik bir baskı anlayışının objektif olarak uygulandığı açıktır. Çok sosyal demokrat liderimiz Baykal efendinin son günlerde söylediği doğru; ama eksik bulduğumuz bir açıklamasına kulak verelim: “Seni askerler değil, Tekel işçileri götürecek.” diye seslenmişti Erdoğan'a.
Ergenekon operasyonundaki tutuklamaları siyasal bir operasyon olarak değerlendiren Sayın Baykal, demokratik seçimlerle milletvekili seçilmiş, belediye başkanı olmuş Kürt legal siyasetinin sözcülerine dönük operasyonlar hakkında tek bir söz etmemiştir. “Kürt” sözcüğünü telaffuz etmekten epey zamandır sakınmaktadır kendileri zaten. Daha önceki yazılarımızda değinmiştik, son elli yılın seçim analizleri incelendiğinde Doğu ve Güneydoğu'dan oy alamayan hiçbir parti iktidar olamamıştır. Bakalım, önümüzdeki seçim dönemi neler gösterecek bizlere?..
Doğrudur, demokrasilerde seçimle gelen seçimle gider. Ankara'daki Tekel işçilerini destekleyen Türkiye emekçi sınıfları ile Diyarbakır'daki Kürtlerin “ortak emek, demokrasi, adalet ve özgürlük mücadesi”nin AKP'yi iktidar koltuğundan indireceği kesindir. Bu sürecin örgütlenmesinin gerekliliği de tartışılmazdır.
Tekel işçilerinin eylemlerine dair hangi akla hizmetle söylendiğini anlayamadığımız iki cümleyle sonlandıralım yazımızı. Birisi Sayın Erdoğan'a ait: “Tekel işçilerinin eylemi ideolojiktir.” Diğeri ise Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu'dan: “Eylemlerimiz kesinlikle ideolojik değildir.” Her ikisi de bizlerle eğleniyor belli ki…
Son tahlilde “demokrasi, çoğunluğun azınlığa tahakkümüdür” anlayışı devam etmektedir Türkiye demokrasi tarihinde. Bu da “demo”su çıkan demokrasimizin son remix çalışmasıdır aynı zamanda.
* * *
Bu haftanın kitap önerisi Everest Yayınları'ndan çıkan Ece Temelkuran'a ait bir roman : “Muz Sesleri…”