(Bu metin yazarımız Tamer Abuşoğlu'nun Gaziantep Üniversite'si, Fen ve Edebiyat Fakültesi'nde 8 Mart 2012 tarihinde verdiği konferanstan alınmıştır.)

Okuyan, yazan, araştıran, didikleyen, soran, sorduklarına cevap arayan insandır, toplumun ona bahşettiği kimliğin hakkını veren.

Zira' Ademin insaniyeti okumakla, hayvaniyeti ise yemekle kaimdir' Namık Kemal'in düşünce dünyasında damıttığı gerçekliğe göre.

Cevapsız kalan soruların, haksızlığın, baskı ve tahammülsüzlüğün, istibdatın ve sınıflar arasındaki giderek derinleşen dengesizliklerin karşısında direnmek sosyo-kültürel bir tanım gerektiriyor.

Yazılı ve sözlü sanatların tümüne sirayet eden direniş kültürü yazıda, şiirde, destanda, öyküde ve romanda yeni toplumsal davranış modellerinin oluşmasına gerekli olan zemini yaratıyor. Zaman içinde bu adı geçen sosyo-kültürel algı sosyo-siyasal bir duruşa tahvil oluyor.

Toplumsal tarihin en cevval, en haşarı ve en balaban kitlelerinden biri olan Türklerin yaşantısı, merkezi otoritenin açmazlarına karşı direnç koridorları oluşturmakta pek mahir bir toplumsallığı tekamül ediyor.

Belimizde kılıcımız kirmani

Taşı deler mızrağımın temreni

Devlet etmiş hakkımızda fermanı

Ferman padişahın dağlar bizimdir.

Dadaloğlu yarın kavga kurulur

Öter tüfek, davlumbazlar vurulur

Nice koç yiğitler yere serilir

Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.

Diyen, Dadaloğlu'ndan, Şeyh Bedrettin'e, Köroğlundan, Pirsultan'a oradan Atçalı Kel Mehmet'e kadar ele avuca sığmayan, siyasi bir mengene ile preslenerek kalıplara sokulmaya çalışılan, ancak bunu ısrarla reddeden toplumsal duruşu kendini eylemlerle, başkaldırı ve isyanlarla ifade etme kararlılığı vardır.

Yürü bre hızır paşa

Seninde çarkın kırılır

Güvendiğin padişahın olaki

Gün gelir oda bir gün devrilir

Diyerek; Karşı çıkışı toplumsal bir duruşa dönüştüren Pir Sultan Abdal'ın ruhaniyet ve itikat silsilesinin içinde, insanlığını ve onurunu haykıran dizeleri bulmak şaşırtıcı olmamalı.

21 Mart 2006 tarihli 'Dünya Şiiri Günü Bildirisi' şöyle: ' Şiir depremdir, şiir ayaklanmadır, şiir başkaldırıdır. Şiir şimşektir, yıldırımdır, gök gürültüsüdür şiir. Şiiri yani yıldırımı hiçbir siper-i saika durduramaz. Şiir korkunç güzeldir. Hiçbir kapı, hiçbir duvar önünde duramaz. Şiir yürür ezer geçer..

Şiir herşeyden, herkesten daha güçlü daha yıldırıcıdır. Şiir sınır tanımaz, ne kral tanır, ne imparator. Şiir Cengiz Han'dan da, Sezar'dan da, Hitler'den de, Büyük İskender'den de büyüktür. Şiiriğn yürüdüğü yolun bitimi yoktur. Şiir sonsuzluğa gider, sonsuzluktan gelir.

Şiir hiçbir güce boyun eğmez. En güçlüden daha güçlü, en güzelden daha güzeldir. Eşsizdir bir benzeri daha olmamıştır olmayacaktır da.

Şiir bütün dillerden başka, bambaşka bir dille konuşur. Ama onun dilini, söylediğini, herkes ama herkes anlar.

Şiiri hiçbir güç tutsak edemez. Ne altın, ne pırlanta, ne elmas şiirden daha değerli değildir ve olmamıştır, olmayacaktır. Şiir dilsizleri konuşturur, sağırların kulaklarını açar.'

Evet, şiir sanatının halet-i ruhiyesinde fazlasıyla varolan baş eğmeyen , zapt olunmayan, ele avuca sığmayan ayrılık. Aslında insanca yaşamında kendisidir. Bu durum asil Türk Milleti'nin tarih içinde takip ettiği yürüme yoluyla da, toplumsal durumla da birebir örtüşmektedir.

Gitti beyler mürüvveti

Binmişler sürerler atı

Yedikleri yoksul eti

İçtikleri kan olmuştur

Diyen, insan güzeli, Türkmen kocası Yunus Emre'nin bu dizeleri, benim fikir atlasımda önemli bir tespitime de haklılık temeli oluşturuyor.

Ben her platformda 'Türklük bir dindir' dedim. Türkler tarihin her döneminde adı konulmamış, tarif edilememiş bu olguyu toplumsal yaşantılarında uygulama sahaları oluşturmuşlardır.

Zira haksızlık, namertlik ve ihanet bizim yaşam alanımızda barınamaz. Tersine paylaşımcılığı ve merhameti eksen kabul eden toplumsal duruş Türk'ün kimliğiyle vücut bulmuştur.

Bu manada Türkçülük bir aidiyet ifadesi olduğu kadar, ismiyle içini doldurmayı başardığı bir itikatı ilimdir yani bir dindir.

Eğer biz Türk gibi düşünüp Türk'e has yaşıyorsak gerisi laf ebeliğinden öte bir şey değildir.

Bertholt Brecht 'Bütün sanatlar, sanatların en yücesine yaşam sanatına hizmet eder' diyor.

Bu tespiti güçlendirecek yada birbiriyle müsemma yapacağına inandığım 'Bildirge'ye kaldığımız yerden kapı aralıyalım.

'Şiir buluttur, yağmurdur, gökyüzüdür. Şiirin arkadaşları, dostları vardır. En yakın dostu bilimdir. Sonra musiki ve resim gelir. Şiir de müzikte vardır. Mimar Sinan'la dosttur, Darwin'le, Einstein'le da.

Şiir gelecektir, umuttur, özlemdir, mutluluk ve güzelliktir.

Şiirden en zalim, en gaddar, en acımasız krallar, imparatorlar bile çekinir korkar. Şiir ölümü bilmez, şiir yaşamdır.'

Evet, burada kendini ortaya çıkaran gerçek ise 'Bir memleketin türkülerini yapanlar, kanunlarını yapanlardan güçlüdürler' gerçeğinin ta kendisidir.

Devlet adamları, siyasetçiler, büyük para babaları, zenginler, sonunda unutur giderler. Ancak sanatçılar yüzyıllar boyu yaşarlar. Sanatları nesilden nesile aktarılır ve ölümsüzlük iksirini yapıtlarında, eserinde keşfederler.

'Halk içinde savaşan entellektüeller içinde yazmak, halk için yazmaktır.' Demişti Brecht.

Bu durum eşyanın tabiatıyla, insanın doğasıyla başlı başına ilintili bir gerçektir. Çünki mücadele sathının içinde dik bir duruş gösterenler halkla sentezlenmiş bir halinde göstergeleri sayılacaklardır.

Dağlara vurdu kendini düşüncem

Dağların adı sevdamdır şimdi

Dağlara yoldaş öfkem

Dağlar hasret, dağlar çiğdem kokusu

Dağlar, kaş, göz, bıyık ve mavzer

Dağlar yılkı at, jandarma ve kavun içi yollar

Dağlar başını alıp giden serda

Dağlar İnce Memed, Köroğlu ve Karacaoğlan

Dağlar bitmeyen, eskimeyen destan

Dağlarla geliyoruz dağlarla

Dağlarla çiçek açıyor soğuk namlu

Türkülere ve sevdalara dayandık yedi koldan

Şimdi sevdanın adıdır dağlar

Dağlarla kucaklaşıyor yarınlar (çiçeğe durdu, yedi iklimi taşıyan tohum)

Evet, ne anlatıldığı önemli nasıl anlatıldığı da elbette. Şiir, toplumlar bu karanlık dehlizlerden, acılarla kuşatılmış bu zaman tünellerinden geçerken önemli bir vasıta ve şiir önemli bir vazgeçilmezimiz.

Çünki 'tamamıyle tanrısal ve ilahların dili.'

Son sözü, her zaman olduğu gibi asıl sahibine halka verelim.

Onlar garip ve yiğittirler

Lakin, yürekleri bir mangal ateştirler

Derviş gönlü gibi gönülsüz

Yaşarken iddiasız, belli ve belirsiz

Son sözü söyleyen hep onlardır

Dikilmiş fidanın köhne bedenini

Damara salan, ağaca çiçeğe veren onlardır

Paylar sofrasında bir tayın hakkı

Artmayan, fakat eksilendir

Savaşta en önde, payda en arkada

Destanlar onlarla başlamasada

Son söz eri onlardır ki,

Sonunda onlara halk denildi

Cümle destanlar onlarla bitendir. (Sureti Aynaya Düşen Zaman)