Buzdağı?nın görünen kısmından, görülmeyen kısmına, yani asıl kütleye ulaşma şansınız çoğu zaman kısıtlı olabilir. Doğada kimi zaman iki artı ikinin eşittir dört etmediği gibi. Bu kez Buzdağı?nın görünen kısmıyla, görünmeyen asıl kütlenin içerdiği anlamı kavramanızda pekala mümkün olabilir. Şehrimizle ilgili şu üç ara başlıktan yola çıkarak, nasıl yönetildiğiniz, yaratılan boşluğun nasıl doldurulduğu ve başka bir pencereden nasıl göründüğünüzü kavrayabilirsiniz. ?Antep?i Antep Yapan
Tüm Renkler Nerede?? Sigorta kavşağında ?Belediyeler Panosu? adıyla arz-ı endam eden bir ilan panosu var. Üzerindeki dövizi birlikte okuyalım. ?Antep?i Antep yapan renkler nerede?? Yazı kırmızı ve siyah renklerden oluşuyor. Eğer bir tesadüf değilse Gaziantep?in milli renklerini taşıması konusunda duyarlılık gösterilmiş. Bilenlere hatırlatma, bilmeyenleri aydınlatma babında bilgilendirmekte yarar var. Kırmızı renk Fransız işgaline karşı direnen şehitlerin kanını, siyah ise yine milli kurtuluş mücadelemizin takvimi içinde yaşanan mezalimi ve şühedanın matemini temsil ediyor. Ancak aynı duyarlılık şehrin adını telaffuz etmeye gelince şuur buhar olup uçuyor. Kendinize gelin beyler!... Türkiye?de iki Gazi var. Biri Türkiye Cumhuriyeti adlı bu milli devletin kurucusu Gazi paşa yani Mustafa Kemâl Atatürk, diğeri ise Gazi Kemâl?in adaşı Gaziantep. Kaderini tarih sayfalarına kanla yazan bu asalet timsali şehir, sadece kendi topraklarını kurtarmakla yetinmedi, diğer şehirlerin de Türklük kimliğiyle şuurlanarak kurtuluş kapılarını ardına kadar açmalarına esin ve ilhamıyla öncülük etti. ?Gaziantep?i Gaziantep yapan renkler nerede?? deseydik, yazı karakterini kırmızı ve siyah renklerle hakim kılan tarih şuuruna paralel bir anlayışı kim reddedebilirdi? Maraş?ın Kahramanlığını, Urfa?nın Şanlı adını, Antep?in Gaziliğini kabul etmeyen ve Milli Kurtuluş Savaşı sürecini reddederek, Türkiye Cumhuriyeti adlı milli devleti TeCe vurgusuyla aşağılayacak kadar soysuzlaşmış olan o malum güruhun propagandasına yardımcı olunmuyor mu? Bu özürü kabahatinden büyük dövizin sol tarafında Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin, sağ tarafında ise kent müzesinin logosu var. Tam bir suçüstü sayılacak olan ve bu şehirden kopma anlamı taşıyan acziyet manzarasının geri planındaki asıl buzdağını varın siz hesaplayın. Gaziantep Kültür ve Edebiyat Günleri Yerel ve ulusal basında adının anlamıyla paralel etkiyi gösteremeyen ?Gaziantep Kültür ve Edebiyat Günleri? dağa fare doğurtan bir gerçeği bünyesinde barındırması açısından ilginçliklerle doluydu. Gelecek yılların hesabını bugünden yapan bir projenin çekirdeğini oluşturacağı zannıyla başlangıçta pek olumlu karşıladığımız ve iyi niyetle katkı sağlamayı umduğumuz proje, kendini inkar noktasına gelince şahsımızı ve desteğimizi bu etkinlikten çekmeyi yeğledik. Zira kültür ve sanat adına kültürsüzlük, çalakalem bir şekilde ve sıra savma esası güdülerek yapılınca, Gazişeh?re de katılımcı yazar ve şairlere de zarar verecek bir hale büründü. Diğer şehirlerden gelen yazar ve şairlerle, hâlen Gaziantep?te ikamet eden yazar ve şairler birbirleriyle kaynaştırılacaklarına aralarına buzdan duvarlar örülünce, kültürün ve sanatın birleştirici öğesi yara aldı. Katılımcılar ellerine tutuşturulan programdan öte bir bilgiye sahip değildi. Sevk ve idare hangi yolla yapılacak, ulaşım hangi imkânlarla gerçekleştirilecekti? Bilende, yardımcı olanda yoktu. Hâl böyle olunca; Kendi içinde ilkesi olmayan ve disiplinden yoksun bu organizasyonu (yani organize olamama beceriksizliğini) protesto ederek, çekilmekten başkaca bir şansımız kalmamıştı. Nitekim öyle oldu. Diğer şehirlerden gelen yazar ve şairler elbette değerlidir. Ancak tek suçu bu şehrin caddelerini ve sokaklarını sizlerle paylaşmak, aynı havayı sizlerle birlikte teneffüs etmek olan Gaziantepli yazar ve şairler daha az değerli sayılmamalıydı. Zira bir taşra kentinde yaşıyor olmak o kalem erbaplarını diğerlerinin karşısında sıradanlaştırmaz. Program saatimiz gelmişti oysaki, ne arayanımız vardı, ne de soranımız. Gideceğimiz okula helikopterle mi inecektik, yoksa birileri akıl edip bizi karayoluyla beklendiğimiz menzile ulaştıracak mıydı? Ne o ne bu. Hiç biri. Mademki bir değerdik, vereceğimiz konferans, edeceğimiz kelâm önemli sayılmıştı ve bize bir görevin sorumluluğu yüklenmişti, o vakit reva görüleceğimiz davranış biçimi de öneme paralel olmamalıydı. Ne benim ne de diğer arkadaşlarımın, birilerine şiir okuyarak tatmin olmak ya da küçük kitlelere hamasi nutuklar atmak gibi geçici heveslerimiz olamazdı. Bu etkinliği düzenleyenlere gönül koyuyorduk. Çünkü saygının olmadığı yerde biz de olamazdık. Aramızda plakete susamış, şiir okuma heveslisi, kırık dökük sözcüklerle yada kısıtlı Türkçesiyle birilerinin emir eri gibi güdülmeyi bir vazife sayanlar olabilir. Bu durum onların kişilikleriyle alakalıdır. Fakat namus işçiliği saydığımız şairlikle ve kalemine borçlu bilinçle asla alakalı değildir. Tek başımıza kalsak ta dik durmaya devam edeceğiz. Şahsımız, meşrebimiz ve aidiyetimiz adına. Yalnızlığımızı bir ıssızlık değil çoğalma sayarak. Yalnızlığımızı zayıflık değil, güç ve cesaret toplama ve onu akılla taçlandırma eylemi sayarak. Birilerinden icazet almadan ve kendi irademizle hak bildiğimiz yolda yürümeye devam edeceğiz. ?Yemekteyiz Gaziantep?te? Yine geçtiğimiz ay içinde bir ulusal televizyon kanalı tarafından gerçekleştirilen ?Yemekteyiz? adlı programın Gaziantep ayağının sunumu yapıldı. Gaziantep adı, yemek gibi zengin sofra kültürünün göstergesi sayılabilecek bir alanda, rüştünü ispat etmiş ve başlı başına iddialı olduğu bir sahanın müdavimi olması hesabıyla bütün Türkiye?de heyecan yarattı. Konu sofra ve Gaziantep olunca heyecan ve yayılan enerji sadece Gaziantep şehriyle sınırlı kalamazdı. Nitekim öyle oldu. Gaziantep?i ikinci ve üçüncü şahısların anlattıklarıyla tanıyan yada kısıtlı bilgilerle yetinenler için bu program, ilk elden ve ilk ağızdan tanıklık edilerek daha fazla bilgilenmek için elbette bulunmaz bir fırsat sayılmalıydı. Ancak beklenen olmadı. Şehrimize ait yaşantıyı ve aksiyoner kültürü tanıtma açısından tam bir fiyasko yaratan program, reyting kaygısının birincil düşünüldüğü bir şova dönüştü. Sürekli Gaziantep milliyetçiliğine vurgu yaparak yaşadıkları şehire olan sevgilerini ve bağlılıklarını bildiren üç bayan yarışmacının karşısında alabildiğince acizleşerek yokları oynayan iki erkek yarışmacı peşinen insiyatifi karşı cinse terk etmekte bir beis görmezken yarışmacı üç bayanın kendi arasındaki kısır çekişmesi ise program yapımcılarını memnun etmiş olabilir. Ancak ?Gaziantep bu değil? diyen oldukça geniş bir çoğunluğu memnun etmekten uzak kalmıştır. Bir otel?de yapılan ve başvurular sırasında yaşanan başıbozukluk, Gaziantepli hanımları ve onların tatlı telâşlarını ti?ye alan anlayışa ek olarak burnundan kıl aldırmayan sorumluların gayri ciddi yaklaşımları dilden dile dolaştı durdu. Hele hele yarışmacıların önceden belirlendiği yolundaki söylentiyle başlayan program ekranlara henüz yansımamışken bu kez kazanan yarışmacının biliniyor olması bizlere kadar ulaşmışsa. Bu şehirle dalga geçilmemişte ne olmuştur? Gaziantep?i yöneterek onu temsil kabiliyetini elde ettiğini zannedenler, yaratılan bu müthiş boşluğun tam anlamıyla müsebbibleri olmuşlardır. Zira Gaziantep adının üzerinde fincancı katırları gibi tepinmeyi maarifet sayan işgüzarlık, yarışmacılar arasında taşı taşa çarparak elde etmek istediği kıvılcımı fazlasıyla bulmuş, ancak şehir ne kadar kimsesiz ve sahipsiz bırakıldığını şiddetle hissetmiştir. Sonuç: Ünlü Fransız yazar Ronsard bir oyununda şöyle diyor; ?Biz Napolyon?un askerleri olarak sürekli yürüdük, ancak hiç ilerleyemedik? Evet, bu üç olay Gaziantep şehirinin üzerine bir karabasan gibi çöken cehaletin bu şehiri sürekli yürüttüğünü ancak hiç ilerletmediğini gösteriyor. Ben, ?Bu şehir bana ait, bende bu şehre aitim? diyenleri akıl ve cesareti birleştirmeye çağırıyorum.