Bir süredir ATV ekranlarında “Elveda Rumeli” adıyla yayınlanan dizi Osmanlı İmparatorluğunun Balkanlarda siyasi iktidarını yitirmesiyle birlikte cereyan eden olayları ulusların kendi belleğinde yeniden sorgulaması açısından bir fırsat yaratıyor. Osmanlı hakimiyetindeki Balkan coğrafyası bölge halklarının iç içe ve sürekli barış içinde yaşadığı bir bölge iken katı milliyetçilik akımlarının dış tarihlerle birer kurtuluş hareketine, beraberinde ise etnik arındırma operasyonlarına dönüşmesi tarihi bir realitedir. Bölge halklarının kendi aralarındaki hesaplaşması ve nüfus savaşı daha tali bir pozisyonda kalırken, Türkler üzerinde estirilen şiddet, etnik arındırma, tecavüz ve işkence rüzgarı diğer bölge halklarını Türklere karşı birleştiren ortak bir paydaya dönüşmüştür. Osmanlı'nın son döneminde Balkanlar'daki etnik kıyımdan kaçarak Anadolu'ya sığınan Türk köylülerinin dramına, bu kez Anadoludaki Türklerin işgalle birlikte uğradığı kıyımlar eklendiğinde toplumu uzun yıllar sarsacak bir travma yaşandı. Tasos Kostopulos'un “Savaş ve Etnik Arındırma, on yıllık Milli Bir Girişimin Unutulan Yanı, 1912-1922” adlı kitabı (Vivliorama, Atina 2007) de, Ünlü yazar Stratis Mirivilis'in bir köyde tutsak edilen erkeklerin yakın bir tepede nasıl kurşuna dizildiği kitabın ilk parağrafında anlatılıyor. Stratis Mirivilis'in 1928'de yazdığı “Savaş” adlı kısa öyküsünde beşer altışar gruplar halindeki tutsakların müfrezeler tarafından infazını birinci ağızdan kaleme alması ilginçtir. Zira Mirivilis o tarihlerde bu savaşlara bizzat katılmış ve yıkıcı etkilerine tanıklık etmiştir. İşte Mirivilis'in kalemine yansıyan ve Yunanlıların müsebbibi olduğu Türk soykırımının öyküleştirilmiş hali. “Birden kendimi yaşlı adamın karşısında buldum, babacan yüzünde birkaç çürük vardı ve durmadan dualar fısıldıyordu. İpek gibi sakalı rüzgarda hafif oynaşıyordu. Yapabileceğim en büyük iyilik onu bir an önce ve birden öldürmekti. Çünkü bazıları çok acı çekiyordu boğazlanan danalar gibi debelenirken ve avuçlarını yere çalarken. O yıllarda yepyeni Manliher tüfeklerimiz vardı, hafif ve çok isabetli idiler, bir meteliği vurabilirdin. Alnına, bembeyaz kaşlarının arasına nişan aldım. Ela gözlerini bana çevirdi ve sükunetle baktı. Sanki nişan çizgimi alnına ulaşan katı bir nesne gibi hissetmişti. Tetiği çektim ve yıldırım çarpmış gibi çamura düştü. İnce kırmızı bir kurdele süzüldü alnından sakin yüzüne bir leke gibi uzandı aksakalına. İnfazlar tamamlanınca caminin kapıları açıldı ve kadınlarla çocuklar salıverildi. Sonra köy ateşe verildi. Erler gaz tenekeleriyle koşuşuyor evleri tutuştuyordu… Ayrılmak üzere yola koyulduk. Birden bir sokaktan çılgın bir kalabalık belirdi. Camiden çıkmış olan kadınlar ve çocuklardı. Haykırarak cesetlere doğru koşuyorlardı. Başörtüleri yoktu, göğüs bağır açıktı. Gözleri korkudan kocaman açılmıştı ve saçları gerilere doğru uçuşuyordu canlanmış karayılanlar gibi. Tepeye koşuyorlardı. Yakınlarını bulmak için.” “Aradan yıllar geçti. Ama içimde hep dondurucu ela bir bakış kaldı. Sabit ve ölümsüz gibi hissediyorum onu bedenimde. Kanımda yaşıyor ve dolanıyor, bir yara ve bir maraz gibi. Sanırım ancak ruhumla birlikte çıkıp gidecek.” Fransız Kominist Partisi eski Genel Sekreteri, Yazar Roger Garaud, “İslamın vaat ettikleri” adlı kitabında “Geçen bin yıllık zaman açısından Batı dünyanın en büyük canisidir” diyor. Geçen bin yıllık zamana son 100 ile 150 yılı da eklemek doğru bir davranış olacaktır. Anadolu, Afganistan, Irak, Filistin, Karabağ, Bosna ve bütün Balkan coğrafyası bu tesbite uygun iyi ve yerinde sayılabilecek örneklerdir.