Hadi bugün dertleşelim kendi aramızda.
Malum durumlar ortada.
Hiciv sanatına, kelime oyunlarına bir ara ve artık kuralım basit, düz cümle biraz da.
Zira hicivleme hicivleme olalı böyle muammalı başka konular da görmedi memleketimde o başka!
Ama, hadi bugün biraz sadeleşelim, yazılarımı daha çok kalabalıklara ulaştırma amacıyla şahsımdan özel talebinize saygıyla.

Yüksek yüksek tepelerden baş aşağı olanların trajedisine tanıklık ettiğimiz, hataları ile yüzleşmekten köşe bucak kaçanların suretlerine hayretle baktığımız, zembil gibi yığınla ortada duran elle tutulur, gözle görülür tüm kanıtlara ve gerçeklere rağmen, sanki hiç yokmuş gibi zaman zaman arsız ve dilsiz, zaman zaman da mağdur edebiyatıyla poz kesenlerin duruşunu hayretle izlediğimiz, maneviyatı ve insanlığı bu kadar dilinde olup, ortalarda boy boy pozlar vererek paylaşmanın, yetinmenin ve sadeliğin kutsallığını savunup da özüne geçiremeyen caf caflı kimselerin çokça sahne aldığı günümüze bir hatırlatma yapmak isterim.

Bir Gaziantep atasözü der ki; "Kısas ahirete kalmaz!"

Yapılan haksızlıklar karşısında, "Dilsiz Şeytan Oscar'ına" aday, kuma gömülünce kaybolan başların da, başlarını toprağa gömmeden önce vereceği hesaplar var.

Fikir üretmekten aciz, fikir ve emek hırsızı, kıytırık sahte gülüşler ve duruşlarla milletin arkasından kuyu kazmaktan başka bir işe yaramayan, ezik ruhlu, haksız kazanç sahiplerinin de kendi hayatları çalınmadan önce vereceği hesaplar var.

Özgün olma cesareti olmadığı için sürekli kopyacı ve taklitçi işlerle ve tavırlarla insanları takip edip, takdir etmeyi zırnık kadar bilmeyenlerin de komik durumlara düşüp, yuhlanmadan önce vereceği hesaplar var.

Tüketim odaklı zihniyetlerle, kıskançlık duygularını bastıramayan, her güzel fikre, başarıya, insana, duruma tahammül edemeyenlerin de tahammül görmeyeceği zamanlar var.

Özellikle Gaziantep'i, güya toplumsal faydalar sağlıyorlarmış gibi göz boyama işlerle imajlar çizip, aslında sadece babasının malı gibi bireysel çıkarlarına bencilce yol yapanların çamurlaşan bünyelerinin de toprağa karışmadan önce vereceği hesaplar var.

Ağamlar paşamlar, canımlar cicimler sonrası arkadan giydirmeler, yazıp söyleyince de yalandan bir iki bindirmelerle, ikili görüşmelerde süt kuzusu kesilen ama "İşte bu düzenin de kuralı bu yahu, alem buysa biz de geri mi kalalım?" fikriyle iskeletsiz duruşlarla tarlası peşinde koşanların da kuraklık çekeceği zamanlar var.

Ya da yağından balından, etinden sütünden, enayi yolar gibi yoldukları kimselerin sefasını sürdükleri, güneşin geç battığı yerlerde poz kesenlerin de bronzluktan yanacağı çöller var.

"Gaziantep'e bir gelirken, bir de giderken ağlar millet!" hikâyesine, hâlen büyük bir hevesle inanma meyilinde olanlara, sanki kendileri de çok severmiş gibi nutuk atıp, memleket sevdalısı cümleler savurup da ilk fırsatta tamamen, her fırsatta sürekli kaçıp kaçıp eleştirdikleri medeni diyarlara yelken açanların da batacağı denizler var.

Yaşayanlara sormak lazım!

Arkasına bakmadan kaçanlara, kaçırılanlara...
Kaçmak isteyip de kaçamayanlara... Kaçınca (şartlar eşitlenince) bu şehirde kestikleri ahkâmı, başka şehirlerde kesemeyecek olanlara...
Kaçıyormuş gibi yapıp da kaçacak yeri olmayanlara...

En çok ne zaman ağlıyorlar?
Sormak lazım.

Gaziantepli olanların bile yeri geldiğinde tahammül etmekte ciddi zorlandığı ve her girdikleri ortamda sürekli şikâyet halinde günlük konuşmaların artık daimî bir parçası haline gelen sorunlara, gelenle giden nasıl bakıyor bir anlamak lazım.

Tarafsız bir bakış açısı geliştirerek!
Tabi varsa yürek.

Biz dışardan geleni pek severiz, yeter ki bir ucuşluk yolu olsun, ballı gelir o ayrı, herkes bilir.
Gelenlerin kimisi de bunu bilir, iyi giydirir bu da apayrı da bize artık bu gelenler gidenler, severmiş gibi sövenler, aklımızla dalga geçenler, geçici görenler değil, hakkıyla değer katacak kimseler lazım.

Aslında onların da suçu yoktur.
Onlara prim veren de hata.
Ne demiştik; Kaliteli ve özgün iş yapanların, kaliteli ve özgün bir alıcı kitlesi olur. Kaliteli ve özgün işi seçebilme ve takdir edebilme yetisi, sadece onun farkında olabilecek kapasite ve donanımdaki insanlar için mümkündür. Yok bunun farkında olup da hâlen yediriyorsa birilerine, o da yandaşçılığından, prim sevdasından, ortam sanatındandır.
Sonra da neden niteliksizleşti bu toplum diye konuşmamalı!

Merak etmeyiniz, kim kimin ne olduğunu bizden iyi biliyor da böyle tasvir edip yazınca, gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalma rolüne giriyor.

Hadi bugün dertleşelim kendi aramızda.
Malum durumlar ortada.
Hiciv sanatına, kelime oyunlarına bir ara ve artık kuralım basit, düz cümle biraz da.
Zira hicivleme hicivleme olalı böyle muammalı başka konular da görmedi memleketimde o başka!
Ama hadi bugün biraz sadeleşelim, yazılarımı daha çok kalabalıklara ulaştırma amacıyla şahsımdan özel talebinize saygıyla.

Alırım güzel memleketimin atasözlerini, yeter açıklamaya sıra sıra şehrimin günümüzde yaşadığı temel sorunlarının nedenlerini.

Astar bez olmaz, üvey öz olmaz.
Komşu komşuya bakar, evini ateşle yakar.
Alışmışla kudurmuşa dafar olmaz.
At yiğidin altında aksar.
Çobanın gönlü olursa, tekeden tene çalar.
Atlı kaçar kaçar, yayan arkasına ne düşer!
Sen ağa, ben ağa, bu ineği kim sağa?
Tutulmadık hırsız, beyden büyük.
Örtük pazar, ara bozar.
Bey ardından çomak çeken çok olur.
Aptal ata binerse bey oldum sanar; çelem aşa girerse yağ oldum sanar.
Bitli baklanın kör alıcısı olur.
Görmemiş görmüş aklından olmuş.

Dikkatli okursa eğer, herkes anlar, benden de sadelik ancak bu kadar!