Kent Konseyi üyesi Sn. İrfan Demircinin geçen günkü aynı konuda yazısına ilgi duymamak imkansızdır. Zira belli bir sürede resmi kurumlar ile halk kesimi arasına duvar değil, sanki surlar örülmüştür.

Uzun yıllar demokrasi, demokrasi dememize rağmen en azından bu şehirde acaba dert dinleme günleri veya ayak divanı gibi serbest çağrışım veya seans, seminer, toplantı gibi bir şeye şahit olanlarımız var mıdır ?

Padişahlarımızın bile zaman zaman üst düzey divan toplantılarından bizar kalıp, meseleleri halka sorma veya halk divanı ile müzakere etme gibi dönemce garipsenen ayak divanına çıkma gibi nesnelere itibar ve önem verdiklerini bile biliyor ve anlıyoruz.

Hatta astığı astık, kestiği kestik zalim sultanların bile ara sıra tedbili kıyafet (ve kifayet) içinde halka ve sokaklara, tekke, kahvehane ve meyhanelere kadar sokulup, idare-i maslahatın ve sosyal nizamın nabzını tuttuklarını da biliyor ve takdirle anıyor, okuyoruz.

Şimdi sormak lazım değil midir ?

Halkın kendi kendini idare ettiği dediğimiz bu devirde, siyasal, sosyal, ekonomik kurumlarda bile yer alan halkla ilişkiler denen, halkla içli dışlı bu yaklaşımlar niçin gereği gibi aktif hatta daha enerjik ve tepkici bir biçimde olmasın, bir fantazi ve bürokrasi gösterisi olsun.

Olur mu ?

Cumhuriyet dönemi, bu konuda çok yerinde otoriter davranmış, en ufak tatillerinde bile millet vekillerine acele seçim bölgelerine gitme ve oradaki seçmenleri ile bire bir temas etme, dert dinleme, öneri alma gibi neredeyse anayasal görevler yüklemiştir. Şimdiki gibi üç günlük tatilde bile Bodruma lüks tatil yörelerine gitme değil.

Yiğidi öldür, hakkını ihlal etme derler. Biz de bazı arızalı uygulamalarına rağmen Cumhuriyetimizin bu konuda basına verdiği bu şahane tenkid, öneri ve halk divanının gereği de denetim gibi TBMMsinin bile alt safhasını oluşturan bir göreve onu yetkili ve gerekli gördüğüdür. Bu gün Zero kuvvet bile algılanmayan basınımız o günler ve sonraları altıncı kuvvet veya kuvvet olarak tarif edilmişlerdir.

O zaman basın varsa niçin basın ve halkla ilişkiler yok. Her ikisi de yoksa niçin kent konseyleri veya onların sokak konseyleri yok veya Şehitler ve gaziler konseyi yok.

Hadi bunu da anladık, niçin şehir ve sokaklarımızda tüm şehit ve gazilerimizin tümünün ismi yok. Sokak, cadde, parklarımız mı eksik veya onların isimlerini sığdıracak alanlarımız mı yok ?

Bakınız sizlere şehitler abidemizin yıllarca yapılamayıp sonra bir aziz valimizin nasıl bir tasarruf ile yapıldığını anlatayım. Ben az söyleyeyim siz çok anlayın..

Gençlik ve halk galeyandadır. Halk fırkası (CHP) yüzlerce defa kampanya açıp, balo verip, hatta eşya piyangosu bile tertipleyip, bir türlü bu anıtı türlü bahanelerle yaptıramamış geciktirmişlerdir. Gençlik neticede Şahin Beyin mezarına taş köreleyerek vali beye çıkıp yakınmışlardır.

O devrin valisi semboldür. (İsmini vermene gerek yok) Hemen durumu incelemeye alır. Bakar ki, bu anıt hikayesi Vali beyin müdürleri toplayıp da bürokrasi çerçevesinde bu işler olmuyor hemen bana bu şehrin muharip gazi ve şovalye adamlarını çağırın onlarla toplanıp bu anıtı yapacağım der

Mimar yok efendim, ödenek yok, mühendis yok, teranelerine rağmen Vali bey bu şehri kurtaran kimi çolak, kimi topal, kimi kör topal, kimselerle düşüp kalkarak neticede bu hala tek anıtımız olan abideyi yerine kondurur.

Mühendis yok ama taşçılarımız vardır. Bir taşçı ustası bugün bile bir emsalini yerine konduramadığımız bu eseri meydana getirir.

İlgisizliğimize bakın ki biz hala şehit kemikleri üzerine diktiğimiz o taş sütunu yani mezar taşını anıt diye neredeyse yüzyıldır algılıyoruz.

Halkla ilişkinin hatta beraberliğin olmadığı üst düzey bürokratik veya siyasal düzen ve atmosferde Kurtuluş veya hürriyet anıtı veya meydanı ne olaki ?

Onun için hala yok...

Şimdi de Kent Konseyini tartışıp duruyoruz. Bu konsey istişari mi, idari mi yoksa belediyenin akıl almaz gelişme, şehirleşme paravanlarına çanak mıdır düşünüp duruyoruz ?

Bir şeyin ne yapıp yapmayacağına, o şeyin ne için var olduğuna bakılır derler. Biz de o mantıkla yazımızın başlığını öyle seçtik.

Yazı erbabı olarak yazılmış beri gelmiş hiç bir esere yan bakmadan yönetim ve iş erbabının şu kara tahtaya yazdıkları hiç bir şeyi (eseri) silmek, karalamak istemeyiz. Ancak şu kara tahtayı dolduran denklem problem bahane gibi söylemleri de hemen şipşak kabule mazhar göremeyiz.

Şimdi söyler misiniz bana; tüm Türkiye sathına yaydığımız bu kent konseyi hangi ileri ve sosyal halk için bizlere neler getirmiş, ne gibi hasıla ve kerametler mucizeler izhar etmiştir ?

Sanırım Ben de yaptım oldu esprisi, bu dosyalar dolusu öneri ve ikazı hasır altı etmiştir.

Sanırım bu kent konseyini mahalle meclisi veya heyetleri olarak ele alsak daha hakkımıza hayırlı olacak veya aradaki duvarlara en azından birer iletişim penceresi açmak daha uygun olacak değil mi ?