Serdar Akar'ın, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar adlı filminden kısa bir alıntı ile başlamak istiyorum; "Hayat futbola fena halde benzer. Futbol, şahsi beceri gerektirir; ama aslında toplu oynanan, insanların bir takım halinde oynadıkları bir oyundur. Hayat da öyle değil mi? İstediğin kadar yetenekli ol, iyi bir takımın yoksa kaybedersin. Hayat fena halde futbola benzer,dört doğru pas yüzde doksan goldür.."Dünyaya ilk geldiğinde, bu hayata merhaba derken neden ağladığını merak eden bir insan, bundan sonraki yaşantısında bir anlam yüklemelidir. Mesela liglerde gittikçe artan şiddet olaylarına karışanların, yaptıkları eylemleri bir parça da olsa sorgulama cesareti göstererek, biz ne yapıyoruz ve neyi paylaşamıyoruz diye kendilerine sormaları gerekir.HEYECAN BAŞKA BİR ŞEY...Futbol bana göre bir bütündür. Soyunma odasından tutunda sahaya çıkılan ilk andan hakemin son düdüğü çalmasına kadar olan bir bütünlük.. Heyecandır, futbolcuların sahaya çıkmasını izlerken duyulan tarifsiz heyecan başka, seronomide rakibin elini sıkarken onları izlemenin verdiği heyecan daha başkadır.. Ya ilk başlama düdüğü ile o topa ilk dokunuşun ardından, tribünden gelen sesler ile teknik direktörün boğuk sesi karıştığında bir taraftar olarak, hiç birşey duymadan görmeden gözümüzün gönlümüzün topta olması. Atılan bir golün veya kazanılan bir maçın hemen arkasından duyduğumuz heyecan o doyurucu mutluluk. Okul çağları, ilk aşklarımız, evliliğimiz yada anne-baba oluşumuz, kısacası hayatın içinde duyduğumuz bütün heyecanlarda da aynı hazzı duymuyor muyuz?FORMALARA HAYAT VEREN RUHTuttuğumuz takımın gol için çırpındığı dakikalarda, defansın arkasına attığı o çalımın, ağzımızın içinde oluşturduğu tatlı serinlik, pozisyon öncesi ve sonrasıyla futbolcuların yaptıkları işin ruhuna ne kadar adapte olduklarını gözler önüne sergiledikleri bir gösterge değil mi? O ruh ki giydikleri formalara hayat veren, onları sınayan, üzen, belki acı çektiren, sevindiren hırslandıran veya kızdıran.. Bir düşünün hayatta en mahrem anları yaşadığımız yatak odamız ve futbol sahası arasındaki fark nedir? Herşeyin orada başlayıp, orada bitmesi gerektiği gerçeği, yanı başımızda dururken.... Hayatı uzatamayacağımızı düşünmeden, bir doksan dakikayı da uzatmak için son düdükle birlikte,futbolcuların hakemin çevresinde yalvaran gözlerle pervane olması hayatın parçası değildir de nedir sizce? Hayat fena halde benziyor futbola.. Bir futbolcunun saha içinde yediği tekmenin acısı daha geçmeden, hakemin iki eli önde topu gösteren hareketine isyan etmesi. Herhangi birinin işsiz kalıpta patrona isyan etmesi ve o çaresizlikle oyuna yada çalışma alanına geri dönmesi.. Dedim ya benziyor futbol hayata, hayatta futbola.. İsyanımız oyun kuralları içindeyse eğer tek amacımızda kırmızı kartı görmeden oyunun içinde kalmak değilmidir..MUTLULUK VE ÖFKE KRİZİ...Öyle zamanlar vardır ki, bir futbolcu saha da ayağına kadar gelen fırsatı, bir karış mesafeden dışarı atar topu yada ıskalar istemeden de olsa.. Saha dışında olan bizlerinde özel hayatımızda verdiğimiz kararlarla kaç kez auta çıktığımızı bir düşünsenize. O zaman kendi hatalarımızdan doğan başarısızlıkları, maç bittikten sonra rakibin sırtına tekme atarak ödeştirmek neden işte bunu bir türlü çözemiyorum. Yani bükemediğin bir eli sıkmaktan ne tür bir zararı olabilir ki insanın. Ya da gol atan bir adamın mutluluğu neden, öfke krizlerine yol açar. Hayat fena halde futbola benzer, bugün rakibinin galibiyetini kabullenme cesaretini gösteremeyenler, yarın galip geldiklerinde aynı cesareti rakiplerinden beklemeye haklarının olmadığı gerçeği ile karşılaştıklarında, yaşadıkları gol sevincinin ne kadar kısa sürdüğünü görünce üzüleceklerdir. Kendimiz için ofsayttada olsak, gelin gol sevinçlerine saygı gösterme cesaretini, bu gol rakip takımın golü bile olsa kendimizde bulalım..