Toplumun neyin üzerine ne kadar yoğunlaşacağı belli olmuyor! Bir bakıyorsunuz; herkes "siyasetçi" kesilip sıfır numara siyasetçi, bir bakıyorsunuz herkes ekonomist olmuş! Yaşamın her zerresini "tenkit" ederek yaşayanların sebep olduğu "belirsizlik"; çığ gibi büyüyüp gidiyor. Hayat yaşanılır olmaktan çıkarak kısa zamanda "çekilmez" hale geliyor! Ne aradığını bilmeyen, bulduğunun kıymetini anlamayan "ukalalık" başıboşluğu, herkes için zararlı olmaktadır. Bulmacalarda bile gün aşırı karşımıza çıkan "çok bilmişliğin" ne olduğu sorusuna "ukalalık" cevabı verenler, ne kadar ukala davrandıklarını farketseler o soruya cevap vermezler... Toplumda "kendini bulma" arayışı mı, yoksa bir başka şey mi var bilemiyorsunuz. Karşınıza çıkan her olumsuzluğun arkasında bir "ukalalık" yatıyor! İşin garibi kimse bunu farketmek istemiyor. Bu kadar "farkındasız" bir "toplumun" içinde bulunduğu yaşanılması zor ortamı yaşatmaya çalışmanın ne manası var merak eden yok! AĞLANACAK HALİMİZE GÜLÜYORUZ... Büyüklerin "ağlanacak halimize güleriz" sözü boşuna değilmiş. Ailevi bağların zarar görmeye başladığı, "saygının" yerini "saygısızlığa" bıraktığı yaşam biçimi neredeyse tercih edilir hale getiriliyor. Aile "nimet havuzundan" yararlanan bireyler, payın en "büyüğünü" kapma yarışında. Hal böyle olunca tükettiği kadar katkı sağlamaya yanaşmayanların sayısı artmakta! Tehlikeli boyutlara ulaşan toplumsal çöküntü "rihter ölçeğini" zorluyor. Bu kadarla kalsa neyse diyeceğiz ama, gençliğin birbirine hitap biçimini beş yıl öncekiler anlayamıyor! Saç şekli, giyim biçimi, karşılıklı diyalog farklılaşıyor. Güzel olan her şeye "manyak", tanımlaması yapılıyor. Bu söz hakaret mi yoksa iltifat olarak mı söyleniyor; anlayabilene aşk olsun. Haline bakmayıp, başkalarının yaptığını "taklide" yeltenenler farkında mıdırlar bilmiyorum ama, kendileri ile birlikte başkalarını da çıkılması zor "kör kuyunun" içine çekmekteler. Tamamen "insan unsuru" olan farklılaşmaktan kaynaklanan toplumsal sosyal değişim, buna ayak uyduramayan diğerleri için çekilmez oluyor! Değişime,"dünya değişiyor, biz niye değişmeyelim" bakışıyla bakanların, ayağı yorganın dışına taşıyor kimse umursamıyor! Yanı sıra tercihi olmadığı halde kendisine yeni "yaşama biçimi" diye "yutturulmak" istenen biçimsel değişiklikten en çok "taklitçiler" etkileniyor, en çok onlar "mutsuz" oluyor ve ediyorlar! KİM İÇİN, NE KADAR DEĞİŞİM... Sakin şehir sokaklarının toplumsal suçların arttığı, korku ve kaosun hakim olduğu şekle dönüşmesi kimsenin arzulayacağı bir şey değildir! Ama tehlikeli gidiş devam ettiği sürece; bozulmuş dengelerin neden olduğu olumsuzluklar gün gelip karşımıza çıkarsa bu bir tesadüf kabul edilmemelidir. Başkalarının yaşam biçimini "doğrusu budur" diye dayatmanın, nasıl bir toplumsal sonuç vereceğini bilmek için "kain" olmaya gerek yoktur. "İnsanlık" adına değişime ayak uydurması istenenlerin, kendi örf ve adetlerini başkaları istiyor diye kolay biçimlendirebilir mi? Değişkenlik "medeniyet" adına olsun isteniyorsa bu zorlanarak değil, kendiliğinden olmalıdır. Çeşitli gelir gruplarından meydana gelen toplumları "zorla" değiştirmeye kalkışmak; var olan düzenin bozulması ve bireysel kavganın tetiklenmesi anlamına gelir ki, buna kimse razı olmaz! Değişen gündemi "dikkatle" takip eden kimseleri, olaylarla birlikte "değişir" zannetmek, başka ülkeler için geçerli olabilir fakat Türkiye insanı için o kadar kolay olmayacağı unutulmamalıdır!