Gaziantep’te gazetecilik yapmak o kadar kolaylaştı ve ucuzladı ki, bu boşluktan dolayı adına gazeteci denilenlerin büyük kısmının, bu mesleğin kuralları yerine kuralsızlık yönlerini kullanarak kolay yoldan para sahibi oldukları gözleniyor. Ve en acı olanı ise bu şehir onları besliyor…

Ortada ne basılı gazete var ne de çalışan kadrolu internet siteleri var. Mobil telefonlarda, internetlerde gazetecilik adına piyasada o kadar insan var ki, doğrusu yılların gazetecisi olarak bu kişilerin böylesine karşılık görmesi, değer gösterilmesi, en vahimi ise parasal yönden desteklenmesini akıl tutulması olarak değerlendiriyorum.

Bir onlara bakıyorum bir de bize… Onların yaptıkları gazetecilik ise, bizim gibilerin yaptıkları ne acaba? Diye söylenmeden edemiyorum. Veya tersinden bakıyor, bizim yaptıklarımız gazetecilik ise, onların ki nedir? diyorum…

GAZETECİLİK 24 SAAT SÜRER AMA ASLINDA HİÇ BİTMEZ

Çok iyi biliyorum ki, bizim yaptığımız gazetecilikte saat tutulmaz. Sabah yoktur, gece geç kalınmaz. Çünkü haberin saati yoktur; toplumun yani halkın sesi olunacaksa, o ses ne zaman yankılanırsa, orada olmak gerekir.

Şahsım olarak ifade etmem gerekirse, benim için gazetecilik sadece meslek değil, bir yaşam biçimidir. Gaziantep’in caddelerinde yürürken bir çocuk kaldırıma takılıyorsa, ben o taşın hikâyesini yazarım.

Bir esnaf kepenk indiriyorsa, sadece ekonomi değil, umut eksiliyor demektir.

Bir mahallede sessizlik varsa, belki kimsenin duymadığı bir çığlık vardır.

Ben o sessizliği işitirim. Yazıya dökerim.

32 yıldan beri her pazartesi, Haftaya Bakış köşesinde kentin nabzını yokluyorum.

Bazen öfkeyle, bazen umutla.

Ama hep sahici duygularla.

Çünkü Gaziantep benim sadece doğduğum yer değil; mücadele verdiğim, karşı durduğum, ama hep sevdiğim şehir.

Sadece yönetenlere değil, okura da seslenirim.

Çünkü çözüm sadece yukarıdan değil, birlikte arandığında gelir.

Gazetecilik 24 saat sürer ama aslında hiç bitmez.

Kalem elimdeyken, şehir de uyanıktır.

Ben yazarken, Gaziantep bir şeyler hisseder.

İşte o hissin tek adı:

"Sorumluluk."

KENDİ CANAVARLARINI KENDİLERİ YARATTILAR

Peki bu sorumluluk duygusunu yaşadığımız kentte kaç gazetecide görebiliyorsunuz? Veya gazeteciyim diye ortalıkta gezenler de? Saysanız 2 elin parmaklarını geçer mi bu kentte gerçek manada gazetecilik yapan? Öylesine tartışılacak bir konu ki bu, inanın Gaziantep’te bir yemek veya kahvaltı, hatta hediyeli bir basın toplantısı olduğunda bu rakamların 300’den aşağı olmadığını görürsünüz. Tabii yenilip içilip hediyeler dağıtıldığında gerçek bilgilerin verileceği toplantıda açıklamaya sıra geldiğinde muhabir bazında 20 kişiyi zor buluyorsunuz… Ne enteresandır ki, toplantıyı düzenleyenler bu duruma alışmışlar ve hiç ders almıyorlar. Çünkü gazeteci diye ortaya çıkanlarla, gerçek manada gazetecilik yapanlar bu memlekette eşit görülüyor. Onun içindir ki sayı gittikçe çoğalıyor. Yani şehri yönetenler, elitler, sanayiciler, siyasiler, iş dünyası ve STK’lar esnaf tayfası onları besliyor ve kendi içinden kendi canavarını çıkartıyor. Bunlar arasında öne çıkanlar inanılmaz şekilde paraya boğuluyor. Hatta genellikle bazı siyasiler ve iş dünyasıyla sanayiciler onlara tetikçilik bile yaptırıyor. Bir ara Vali Davut Gül bu konuyu dile getirmişti, ama sıfıra sıfır elde var sıfır. Çünkü bu şehir bu durumdan son derece memnun.

HEM DERT YANARLAR HEM PARA VERİRLER

Bir şey daha var aslında, galiba en önemlisi de sanırım bu… Bahsettiğimiz bu kesimler gazetecilikte ilke arar, ahlak arar, meslek etiği arar. Gazeteci böyle olmalı, şöyle olmalı der. Ama tirajı komik olan nedir biliyor musunuz? Şikayetçi olup sağda solda dert yandıkları adına gazeteci denilenleri maalesef en çok onlar besler. Tehdit edilir, hemen bir cep telefonunda yazılı olanın kaldırılması için dünyanın parasını verir. Birisini karalamak için bu kez aynı tiplere tetikçilik yaptırır. Böylece cep telefonundaki yazı veya adına haber denilen tehdit mekanizması 5-10 dakikaya kalmadan kaldırılır. Şehir bu duruma o kadar alışmış ki, adeta alan memnun satan memnun şekline dönüşür. Şimdi bu tiplere iki yüzlü desem alınan olabilir ama gerçekten ikiyüzlüler. Sağda solda gazeteci dediklerinden dert yanarlar, iş tehdit'e, şantaja varmışken kalkıp ne emniyete nede Savcılığa şikayet ederler. Parayı verir bir nevi sustururlar. Ama onlar susturduklarını düşündükçe, tam tersi olur. Bir kere para vermesin anında aleyhlerinde yazılar ve haberler çıkartılır. Bunların hepsi gerçek, hem de Gaziantep’in gerçeği… Ne var ki, düzelmeyecek kadar vahim bir tablo var şehrimizde…

GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİNDEN YİNE MEKTUP VAR

Merhaba Sayın Özekşi

Yine biziz. Haliyle konumuz Gaziantep Üniversitesi ve kampüsü. Geçen haftalardaki sizin bu köşede yayınladığınız yazımız o kadar etkili olacak ki üst düzey kişilerin istifa etmesi kampüsü çok mutlu etmişe benziyor.

Sayın Özekşi, Üniversite çalışanları kampüste eski rektör Prof. Dr. Arif Özaydın döneminden kimseyi görmek istemiyorlar. Son birkaç yılda yaşananlar hatırlandığında haklı sayılırlar. Yapılan bazı değişiklikler biraz umutlandırmakla birlikte değişimin devam etmemesi ve 5 aya yakın bir süre geçmesine rağmen başta hastane olmak üzere fakülte ve idari birimlerdeki işleyişlerde eski düzenin devam ettirilmesi, kampüste umutları tüketmekte ve bir şeyin değişmeyeceği algısını güçlendirmektedir.

Arif Özaydın döneminde birlikte hukuksuzluk ve usulsüzlüklere imza atanların büyük çoğunluğunun halen görevlerine ve hukuksuzluklarına devam etmeleri yeni rektör ve üst yönetimine eleştiri olarak yansımaktadır. Rektör Prof. Dr. Sait Mesut Doğan’ın gerek kampüste gerekse şehirde bulunduğu ortamlarda üniversitenin çok kötü durumda olduğu ve Arif Özaydın ve ekibinin üniversiteyi batırdığı yönündeki sürekli şikayetlerine rağmen eski yönetim hakkında herhangi bir işlem yapmaması, yapılan şikayetlere rağmen şikayetleri sonuçsuz bırakması, hatta görevlerine devam ettirmesi şehirde ve kampüste samimiyetsizlik ve oyalama olarak görülmektedir.

Yemek ihalesi, GES, yabancı öğrenci alım usulsüzlükleri, üniversite vakfının talan edilmesi, uzun süredir kadro mağduru olanların henüz kadrolarının verilmemesi, sağlık turizmindeki yolsuzluklar, hastane önündeki belediye tarafından mühürlenen kaçak inşaatın halen kaldırılmaması, hastane döner sermayesinin keyfi ve usulsüz dağıtılmaya devam edilmesi, hastanede kayıtsız elden para almaların ayyuka çıkmasına rağmen gereğinin yapılmaması dikkat çekmektedir. Dahası var tabii, Arif Özaydın tarafından hastane adı altında usulsüz yapılan binaların atıl bırakılmaya devam edilmesi ve kamu zararı oluşturulması, Teknopark gibi sorunlar karşısında yokmuş gibi davranılması bir taraftan değişim umudunu bitirirken diğer taraftan da suçlulara cesaret vermekte ve usulsüzlüklerin devamına yol açmaktadır.

Bir başka konuda Rektör Hocanın çok sayıda akademisyeni makama çağırarak görüşmesine, (bazıları ile birkaç defa) rağmen fakültelerinde bir değişim olmaması akademisyenlerde değer kaybı oluşturmakta ve hatta rektörün bir şey yapıyormuş algısı vermek için böyle davrandığı izlenimi oluşturmaktadır. Rektör Hoca dışarıdan geldiği için üniversitenin dinamiklerini bilmemesi ve bu yüzden görüşmeler yapması doğaldır. Ancak neticesiz görüşmeler hem rektör hocayı hem de görüştüklerini yıpratmaktadır. Bu tür süreçler aidiyet duygusunu kaybetmiş akademisyen ve çalışanlarda daha fazla umutsuzluk oluşturmaktadır. Rektör Hoca geçmişin yükünden ve prangalarından kurtulmadıkça sağlıklı ve güvenli adım atması ve güven oluşturması zor görünmektedir.

Size gönderdiğimiz ilk yazımızdan sonra bizi mutlu eden kısım ise atanan Genel Sekreterin liyakatli bir öğretim üyesi olması, Güvenlik müdürlüğüne ise doğru kişileri tercih etmesi kampüs te bir nebze mutluluk yaratmıştır ve Rektör hocamızdan başarılı yöneticileri ivedilikle değerlendirip acilen atamasıdır.

Gaziantep Üniversitesi hepimizin Üniversitesidir. Bu yüzden doğruları yazmaya ve Gaziantep kamuoyunu bilgilendirmeye her zaman devam edeceğiz.

HEPİNİZE İYİ HAFTALAR