Bu haftaya giriş yapmadan önce geçen haftaki yazımdan dolayı gazetemize ve şahsıma ulaşarak teşekkürlerini sunan Barolar Birliği Başkanı Sayın Metin Feyzioğluna şükranlarımı sunmak istiyorum. Gazetemiz öylesine etkili, öylesine takip edilen bir gazete ki, yazdıklarımız bizden çok uzaklara ulaşıyor, olumlu veya olumsuz tepkiler daimi olarak bizlere ulaşmaya devam ediyor.

Gelelim bu haftaki meselemize…

Pek farkında mısınız bilmiyorum ama ülkede istikrar sürsün Türkiye büyüsün sloganıyla seçilen AKP hükümeti yeni yeni icraata başlamış olmasına rağmen ülkede ayrışma ve kutuplaşma yeniden tavan yapmaya başladı. Sağ olsunlar gelir gelmez kaldıkları yerden devam ediyorlar. Eski işlerin üstüne yeni işler de ekleyerek basın ve medya özgürlüğünü Afrika ülkelerinden de geri seviyeye çekerek adeta burası benim çöplüğüm naraları atıp, aldıkları %49 oya güvenerek, hak hukuk da benim, özgürlük de demeye başladılar. Aslında bu duruma 13-14 yıldır bizde alışkanlık yaptığındandır ki, artık çoğumuz bu olaylar karşısında tepki bile vermez olduk.

Korkuyorum ki ayrışma, bölünme ve kutuplaşma o kadar ileri seviyeye erişecek, gün gelecek belki de AKPlilerin ekmek aldığı fırın ile laiklerin ekmek aldığı fırınlar olacak, belki de yolda yürürken kaldırımda ülkücülerin, MHPlilerin ayrı şeridi, HDPlilerin ayrı şeridi olacak. Bölündükçe bölünüyoruz, bu bölünme işi biyolojiden gördüğüm kadarıyla sadece hücrelerde işe yarıyor. Hücreler bölündükçe çoğalıyorlarmış. Ama maalesef ki ülkemiz bir hücre yapısının tersine bölündükçe azalıyor, bölündükçe kan dökülüyor ve bölündükçe geriye gidiyoruz.

Kutuplaşma o kadar ileri seviyeye geldi ki, bir toplu taşıma aracında, kişinin okuduğu gazeteyi, kitabı, dergiyi, elindeki telefondan görüntülediği haber sitesini görünce hemen şuncu buncu demeye başlıyoruz. İnsanlar abonesi oldukları gazetelere göre fişleniyor. Bazılarına abonesi oldukları gazetelerden dolayı üstü örtülü ödüller verilirken, bazıları terörist ilan ediliyor. Misafirliğe gittiğimiz evin televizyonundaki kanal sıralamasından, izlediği programlardan bile bak bunlar şuncuymuş, aman ha bunlar Samanyolu izliyor (gerçi Samanyolu da kalmadı ya) kesin cemaatçilerdir, ona göre hareket edelim diyenler gördüm.

Uzun yıllardır içinde bulunduğum muhasebecilik mesleğinde, diğer tüm mesleki kuruluşlarda olduğu gibi muhasebeciler odası seçimleri muhtemelen önümüzdeki yılın yaz aylarında yapılacak. Şimdiden kutuplaşmalar, gruplaşmalar 3 yıl öncesinden kaldığı gibi aynen devam ediyor. Cemaatçi muhasebeciler, hükümetçi muhasebeciler, laik muhasebeciler gibi kutuplarda farklı isimlerde gruplaşarak seçimlerde oda yönetimi için rekabet ediliyor. Benim bildiğim mesleki kuruluşlar esnafın ve meslek mensubunun ortak paydaları için, onların daha ileri refah seviyelerinde mesleklerini, daha iyi koşullarda icra edebilmeleri için birliktelik sağlayıp, tek yumruk olmayı hedeflemesi gerekir. Günümüzde başımızda bizi yönetenlerin oluşturduğu ve bundan siyasi rant sağladıkları kutuplaşmış ülke ortamından etkilenerek, aynı mesleği yapan kişilerin bir olması gerekirken, zaman zaman birbirilerine düşman olduklarına, kutuplaştıklarına şahit oluyoruz.

İnsanlar düşüncelerini, doğru bildiklerini, yanlış gördüklerini söylemek istiyorlar ama içlerinde hep bir bastırılmış geçim kaygısı, işsiz kalma korkusu gibi eli mahkûm davranışlar sergileyerek bir anda 3 maymunu oynamayı tercih ediyorlar. Görmedim, duymadım, bilmiyorum…

Yazımı yine bu konularda kullandığım klasik cümlem ile kapatmak ve bu hafta yazmış olduğum yeni özdeyişim ile noktalamak istiyorum. Allah sonumuzu hayır etsin…

“2-3 Kez tokalaştığım kişiye asla arkadaşım demem. Kimse ile kolay kolay hemencecik samimi olmam, olamam. Bilirim ki, hele de şu zamanda insanlara kolay güvenilmez. Güvendiğin adama ya sonsuz güveneceksin, ya da hiç güvenmeyeceksin ki, arkandan sana kimsenin kalleşlik yapmasına izin vermeyesin.”

Gelecek hafta görüşünceye dek, hoşça ve kutuplaşmadan kalın…