Sözde cumhurbaşkanı fiiliyatta başbakan, devlet başkanı, dünya lideri, asrın liderimiz, uğruna anam, babam, evlatlarım, eşim feda olsun denilen büyük lider ve stajyer başbakanımız kendilerinin bile inanamadıkları olağanüstü seçim galibiyetinin ardından kolları sıvadılar…

Şimdiki görevleri Türkiye de gazeteciliği tasfiye etmek…

Türk Ticaret Kanunu na göre belirli sebeplerden dolayı şirketler tasfiye kararı alırlar. Yani kapıya “KAPATİYORUZ ZARARINA SATIŞLAR BAŞLADI” gibisinden yazılar yazılarak, eyleme dönüşen bir ticari süreç ve sonrasında şirketin varlıkları ile borçlarını ne kadar ödeyebilirse ödediği, kalan kısmının da icra masaları tarafından takip edildiği bir süreçtir tasfiye süreci. Tasfiyeye giren şirketin unvanının başına “TASFİYE HALİNDE” eklenir, tasfiye sürecini yürütmek üzere bir tasfiye memuru seçilir ve nihayetinde şirket elindekileri satarak başta dışarıdaki alacaklılara, sonrasında da ortaklarına koydukları sermayeyi geri ödeyip kendi kendini imha etme sürecine başlar.

Gazeteciliğin tasfiye süreci de Can Dündar gibi saygın bir gazetecinin tutuklanmasıyla başlamış bulunmaktadır. Keşke şirketlerde olduğu gibi tasfiyenin duyurulması adına Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edilseydi ya, neyse artık bir dahaki sefere bu hususu atlamazlar umarım.

Türkiyede gazeteciliği tasfiye etmek üzere iki tasfiye memuru ve emrine amade olan binlercesi görevlendirildi. Asrın lideri ve stajyer başbakanımız tasfiye memuru olarak kendi kendilerini atadılar. Artık görevleri tüm gazete, televizyon, radyo gibi tüm basın ve medya kuruluşlarını tek çatı altında toplamak, yapılacak haberlerin ve köşe yazılarının hükümete bağlı tek bir yönetim merkezinden koordine edilmesini sağlamak…

Doğrudan başbakana bağlı bir basın yayın koordinasyon merkezi kurulsun. Tüm gazete ve televizyonlar sırası bile değiştirilmeden aynı haberleri sunsun. Aynı konuklar sırasıyla tüm medya kuruluşlarına konuk edilsinler. Tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek dil cümlesine artık tek medya da eklensin. Basın kuruluşlarının rakiplerinden tek farkı logoları olsun.

Ne kadar muhalif gazeteci var ise “silahlı terör örgütü yöneticiliği veya üyesi olmak” suçlamalarıyla müebbet hapis cezası verilsin. Olur da bunlar gazeteci ya, hapiste bile seslerini duyurabilecekleri bir şeyler bulurlar diye sımsıkı her yeri kapalı, olağanüstü ses yalıtımı yapılmış çelik kafeslere konulsun, bir de küçük havalandırma deliği açılsın da bari nefes alsınlar…

Dünyanın hiçbir yerinde buna şahit olmadım, sanırım bunun bir emsali de yok. Dünyada hiçbir gazeteci yaptığı haberden dolayı silahlı terör örgütü üyeliği suçlaması ile cezalandırılmak üzere hapsedilmemiştir. Sırf Avrupa Birliği ve Amerika gelip de istatistiklere bakıp, basın özgürlüğünün yerlerde olduğu tabloyu görmesin, üstü maskelensin denilerek gazeteciye yaptığı haberden dolayı iddia edilen sözde suçu terör örgütü ifadesi ile topluma ve tüm dünyaya deklare etme çalışmasından başka bir şey değildir.

Değerli okurlarım bu yazım bugün burada yayımlandı ama, gelecek haftaki yazım yayınlanır mı, Türkiyede gazete kalır mı, orasını bilemem ama, bizim gibi gazetecilik yapan veya yapmaya çalışanlar şimdiye kadar yerel veya ulusal ayırmaksızın birilerinin tasfiye listesine çoktan girmiştir bile…

Bir gün TRT1de biri mikrofonu eline alıp “İkinci bir emre kadar Türkiyede gazetecilik yasaklanmıştır” diye bir cümle kurarsa hiç ama hiç şaşırmayın…

Bu köşeden selam olsun o yürekli insan Can Dündarda…

Selam olsun sadece ve sadece gerçeklerin peşinde hiç yılmadan koşan, bazılarının korkulu rüyası olan Can Dündar ve diğer tüm yürekli gazeteci büyüklerime…

Gelecek hafta görüşünceye dek sansürsüz ve hoşça kalın…