"Kapıldım gidiyorum" kitabından

Haziranın ortalarını gelmiştik. Okullar paydos olmuştu. Öğretmenler boş durmasın ve tatile çıkmasın diye icat edilmiş olan seminerler devam ediyordu. Sabahları yarım gün okula gidip geliyorduk.

Ev sahibimin semercilik yaptığını yazmıştım. Gölbaşı yakınındaki göllerden ince kamış (berdi) toplar semerlerin içini doldurmakta kullanırdı. Engizek Dağlarının eteklerindeydi kasaba. Çevre köyler ve Nurhak tarafları semer yaptırmak için ev sahibime gelirlerdi. İkinci kat evin önünde geniş balkon gibi bir yer vardı. Semerleri orada yapardı.

Ancak, okullar tatil olunca bütün kasaba Engizek Dağlarındaki yaylalara göçerdi. Elbistan'ın Nurhak kasabası ile Düzbağ arasındaydı Engizek. Bu iki kasaba arasında başka bir yerleşim alanı yoktu.

Okula giderken semercinin semer yaptığı yere uzanmış bir adam gördüm. Belli ki, semer yaptıracaktı ve ev sahibimin gelmesini bekliyordu. O yıllarda Düzbağ'da ben de ek iş olarak radyo ve plakaltı tamiri yapmaya başlamıştım.

Okuldan döndüğümde adamın hala aynı yerde uzandığını ve beklemekte olduğunu gördüm. Vakit ikindiye yaklaşırken kapıya çıktım. Adamı odama davet ettim. Sabahtan beri aç olduğunu tahmin etmiştim.

Bekar evinde ne olur ki? Çay demledim. Zeytin ekmek çıkardım. Adam gerçekten çok acıkmıştı. Ekmek tükenene kadar yedi. Sonra da sırtüstü uzandı ve;

-Oooohhh, fakirin başucunda ölmektense, zenginin ayakucunda ölmek daha iyidir, dedi.

Gülümsedim. Teşekkür etmek bile aklına gelmemişti garibin.

Ben zenginmişim ama haberim yokmuş.

Yazar İletişim

[email protected]