Zaman, insanoğlunun üzerinde en çok kafa yorduğu kavramlardan biridir. Ölüm ve doğumla,gene insanoğlunu en çok düşündüren bu iki kavramla çok yakından ilgili olduğu için midir acaba? Doğum günüme aynı zamanlarda raslayan birkaç dost, arkadaş, akrabanın ölümüne de denk geldiği için olsa gerek şu son günlerde üzüntülü anlar yaşadım.Anların birbirinden ayrılamayan sürekliliğidir zaman.Dünyamızdan sonsuzluğa geçiş yapan dostlar için “Evvel giden ahbaba selâm olsun erenler” diye teselli ararken, “Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir,/ Gittikçe artıyor yalnızlığımız!” diyerek en azından hüzünlenlenirken,. hüzünlenirken de “ Hayat devam ediyor!” diye kendimizi avuturken aramızdan ayrılanlar için artık zamanın da yok olduğunu pek düşünmeyiz bile. Bizim için bir saniye onlar için milyarlarcça yıldan daha fazladır..Felsefeciler, fizikçiler, düşünürler bu ZAMAN kavramı üzerinde çok kafa patlatmışlardır.Fizikçiler zaman için “ akıp giden” bir kavram olmadığını ve onun değişmezliğini belirtirken,her bir kavramı basitlikten uzaklaştırıp,karmaşıklaştıran filozoflar anlamakta güçlük çektiğimiz bu kavramı daha da anlaşılmaz kılmak için adeta çaba sarfetmektedirler. Zaman için zaman ölçerleri insanoğlu bulgulamıştır. Doğa için zaman yeşeren ot, tomurcuklanan çiçek, ölen ağaç,yağan kar ya da yağmur….Bir de ozanlar var; onlar da dil zamancılarıdır! “ Ağaran saçtır zaman/ uçup giden gençlik’ Gelmeyen sevgili / Uçuveren mutluluk/Bir damla gözyaşı…Gerçekten de ışık hızının saniyede 300.000 km.olarak kabul edildiği mini minnacık bir dünyada bizden milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki başka evrenler için geçebilecek zamanı ve mesafeyi kavramaya çalışmak her babayiğidin kârı olmasa gerektir. Başlangıcı olmayan bir kavramın varlığından söz edilebilir mi ? Büyük patlamayı zamanın başlangıcı olarak kabul eden bazı fizikçiler;, bilim adamları vardır ama o da bir varsayımdır ne de olsa !Gerçekten nedir zaman? İnsanoğlunun icadettiği saatin tiktakları mı ? Ezelden ebede bizlere soğuk soğuk bakan yıldızların ışıltısı mı? Hele de milyarlarca ışık yılından beri bize hâlâ ulaşamamış ışıktan,ışıklardan söz etmek insanoğlunun düşünebilen kafasını bir hayli karıştırıyor olsa gerek.“İki nefes arasıdır zaman!”Dünyaya selâm sarkıtırken ilk çığlıklı nefes ve dünyaya elveda derken son nefes. Başka? Başka hiçbir şey de diyemiyor insan; ya çekilen acılar, sürülen sefalar, acısıyla, tatlısıyla yaşanan hatıralar? Uğranılan kötülükler, insanlığa karşı işlenen suçlar, en taş yüreklileri yumuşatan iyilikler,en katı yüreklileri bile isyan ettiren haksızlıklar, insanlık dışılıklar?”İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir!” diyen Terence’ı anlayıp hak vers em bile bazen öyle vahşiliklere,öyle akılsızlıklara raslıyoruz ki ister istemez “ Bunu insan olan yapamaz!” diye isyan ediyoruz. Oya bilmiyoruz ki, bunu insan yapar da hayvan yapamaz! İnsanlık daha yeni yeni o da göstermelik bir şekilde “ hayvanları koruma” yasaları falan çıkarmaya çalışıyorlar,oysa biliyoruz ki hayvanların insanlara hizmet etme yasaları evcilleştirmelerden beri var.İnsanoğlu her şeye bir bahane bulabilen canlıdır. Belki mutsuzluğu yenebilmek için bir güçtür bu. Ama bu bahanelerin en korkuncu ve en anlaşılması zor olan ise korkudur ve korkuya bahane bulmak ! İnsanoğlu korktuğu her şeye bir bahane arar. Tek amacı korkusunu yalancıktan da olsa yenebilmektir. Korkunun nedenlerine inmek zordur. Çaba ister, çalışmak,araştırmak, düşünmek,kafa yormak,bilgilenmek ister. Ve insanoğlu, genelde,bu çabayı sarfetmekten kaçınır ve kendisine göre suçlu olanın suçunu başkasının üzerine atmayı pek sever. Şimşek mi çaktı, gök mü gürüldedi, güneş gitti ortalık karardı mı, dağlar patlamaya mı başladı ? Bütün bunlara beyninin gelişmişlik derecesine göre,ama kendisince de bilinmeyen bir neden bulur !