Türkiye, açlığı, yokluğu, sefaleti, sağlık sorununu, hayatta kalma mücadelesini unuttu. Gündem iki başlıkta sıkıştı. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un 1960 darbesiyle ilgili görüşleri ve Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanması.
Bu zaman kadar üniversiteler kendi rektörlerini seçiyor, Cumhurbaşkanlığı makamı atamayı onaylıyordu. İstisnai haller dışında geleneksel yol ve yöntem bu idi. Ancak 2002’de AKP’nin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte Demokratik Cumhuriyetin bütün kurumlarıyla ve onları var eden bu kurallarla tamamen oynandı.
Devlette geleneksel teamül, bünyeyi muhafaza eden kimya diye bir şey kalmadı. Üniversitelerin yapısal ve yönetsel sorunlarıyla ilgili dalgalanmaların tarihsel geçmişi Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı dönemine rastlar. O dönemde Kürtçü ve Fetullahçı yapılarda iltisaklı atamalar yapılmış, şiddet eğilimi ön planda olan, teröre yaslanmış yapılara gerekli fiziki alt yapı oluşturulmuştu.
Hacettepe Üniversitesi gibi saygın bir üniversitenin rektörü Türk bayrağı açan öğrencilere “Herkesin sembolleri var, siz onların sembollerine saygı duymazsanız onlarda size duymaz” gibi ipe sapa gelmez bir mantıkla PKK flamalarına destek vermiş, çatışma sonrası PKK’lı öğrencilerin tahliye edildiği otobüsle kampüsü terk etmişti.
Keza Ege Üniversitesi’nde Kürtçü - Faşistlerin saldırısı sonucu şehit edilen Fırat Yılmaz Çakıroğlu olayı, koridorlarına kadar PKK sloganları yazılan teröristler için anma, panel, stant dahil her türden etkinliğin gerçekleştirildiği üniversite manzaraları hala belleklerde. Atatürkçü, yurtsever ve Milliyetçi Türk çocuklarının okuma hakları yine bu dönemde gasp edildi.
Demek ki, rektör seçimi de akademik personel belirleme yöntemi de salt seçimle ya da iktidar müdahalesiyle üstesinden gelinecek bir sorun değilmiş.
Sapla samanı birbirine karıştırmadan, sizden ya da bizden ayrımı yapmadan, özerkliği bilimsel çerçevede düşünerek, atamaları ise liyakat ve ona ek olarak güvenlikçi bir yaklaşımla düşünmek gerekiyor.
Üniversiteleri siyasi iktidarların arka bahçesi yapmayalım ancak liyakatin yanına da yurt ve ulus sevgisiyle güvenli kadroları monte edelim. Aksi halde üniversiteler kanı bozukların at, eşek ahırına çevirdiği, bilimsellikten uzak birer yapı olmanın ötesine geçemez.
Bu manada Melih Bulu’nun AKP’li geçmişine de fazla takılmadan, ona kendisini ispat edecek bir şans tanınması gerektiğine inanıyorum.
Bulu’nun ilk yapacağı şey üniversitenin bilimsel özerkliğini devam ettirmesi, bilimi siyasal iktidarın sığlığına göre biçimlemekten uzak durması, liyakatli kadrolarla hakça yönetme istem ve arzusu olmalıdır.
Boğaziçi’nde öğrencilerin arasına sızan bindirilmiş kıtaların varlığı bir gerçek, bu mihverde meseleyi salt demokratik hak ve özgürlüklerin sağladığı protesto hakkının ötesinde bir örgütlenme gayretini de çıplak gözle dahi tespit etmek mümkün.
Geçmişte olduğu gibi söz konusu üniversiteye PKK sevicisi, orta yolcu, zevahiri kurtarma derdinde olan, ettiye, sütlüye karışmadan herkese ve her kesime mavi boncuk dağıtan bir rektör atansaydı bu olaylar olur muydu diye de düşünmüyor değilim.
Zira “Katil polis’ sloganları, rektör ataması yol ve yöntemleriyle doğrudan ilintili bir tepkiyi içermiyor.
Cumhuriyet Devletinin milli ordusuyla birlikte en önemli kurul olan Polis Teşkilatını yıpratmaya ve itibarsızlaştırmaya yönelik bu tür eylemler ve sloganlar masum öğrenci eylemleriyle karşılık bulamaz.
Büyük Atatürk’ün işaret ettiği gibi ‘polis, bir anne kadar şefkatli, bir hukuk adamı kadar hukukçu, bir asker kadar disiplinli olmalıdır” noktasında polis rejimin, cumhuriyetin ve milletiyle birlikte milli birliğin teminatı olmaya devam edecektir.,
Polis, bünyesinden husul geldiği milletinin mal, can ve namus güvenliğin koruyucusu ve kollayıcısı olarak, hukukun temini yolundaki ilk basamaktır.
Dünyada polisi ve askeri olmayan hiçbir devlet yoktur. Devletin varlığı, milletin varlığıyla taçlandırılmış. Yurt ve ulus ise eşyanın tabiatı gereği kendi milli ordusuyla, polis teşkilatı oluşturmuştur.
Hiçbir rejim ve devlet biçimi bu iki temel unsuru cımbızlayarak halkı birbirinin merhametine terk edemez.
“Üniversiteler bizimdir”’ sloganlarının derinliğini deşifre ettiğimizde, biz diyenlerin kim olduğunu önemsiyorum. Çünkü üniversiteler kimsenin değildir. Üniversiteler hak edenlerle, orada olması gerekenlerin ve ilim meşalesini yakmak isteyen realistlerin, rasyonalitesinindir.
Üniversiteler siyasal iktidarların, ya da kökü dışarda yıkıcı ve yağmacı örgütlerin olmadığı gibi, Türk Polisi de katil değildir. Nokta.