Televizyon ülke hayatımıza sinemadan çok sonra, 70'li yıllarda girmeye başladı. 80'li yıllar televizyon sektörümüzün geliştiği yıllardı. Önce renklenmeye başladı yavaş yavaş. Sonra kanal sayılarımız arttı. Uydu alıcıları, dijital ve kablolu sistemler, şifreli yayın sektörü, özel abonelikler falan derken biz mi dünyayı evimize getirdik, dünya mı bizi kucağına aldı anlamadan geniş bir ekran paranoyası içerisine girdik.
Televizyon cihazlarımız ile birlikte programlarımız, yönetmen ve yapımcılarımızda geliştiler. Artık daha canlı, daha eğlenceli programlar izliyoruz. Sektör çok büyüdü. Korkunç paralar da dönmeye başladı. Ama inkar edemeyeceğimiz bir duayen var dünyada Hollywood.
Konumuzdan önce bir parantez açalım ve son zamanlarda televizyon programlarında ki 3+ , 7+, 13+ gibi ifadelere bakalım. Birde büyük den küçüğe dizilmiş insan başı sulietleri var. Yani üç yaşından büyükler, onüç yaşından büyükler veya cümle âlem seyredebilirsiniz anlamında simgeler. Bu günah benden gitti arkadaş demek gibi bir şey. Hani benim küçük oğlan 13+ yazan bir film izlemiş psikolojisi bozuldu dersen, biz işaret koymuştuk ablam seyrettirmeseydin diyebilmek için hazırlanmış bir kılıftır. Yayınlayanın artık bir kabahati yok. Şimdi bazıları izleme özgürlüğümüz var bu nerden çıktı gibi bir eleştiride bulunacaktır mutlaka ama esas konu bu haklar değil. Yayıncıların, yönetmenlerin, senaristlerin, yapımcıların kasa hesabı ile birlikte yapmaları gereken bir hesap daha var. Bu kendi amaçları ile değil ülke amaçları ile ilgili vicdan hesabıdır.
Televizyonlardan önce sinemalarda izlediğimiz Hollywood filmleri yıllardır bizleri hep etkilemiştir. Birde Oscar ödüllerimiz var bu filmleri değerlendirmek için. Farklı konularda izlediğimiz filmler bizlere izleme keyfi dışında neler verdi şimdiye kadar. Sanat yönü dışında başka bir şey daha var Hollywood hedefinde. Geçmişi yargılamada, geleceği anlatmada, olacaklara hazırlama da gizli sanal gücü var. Hani alt bant denir ya. İşte o.
Sinema tarihinde o kadar usta zamanlarda ve konularla yerleştirilmiş filmler var ki etkilenmemek elde değil. Kuzey güney savaşını konu alan filmlerde Amerika kendisini ne kadar da yargılasa veya Kızılderili savaşlarında kendi aleyhlerine gibi görünen ne kadar film çekmiş olsa da kimse Amerika'ya soykırım yaptın, ırkçısın diyemiyor. Bu korkudan değil. Etkilenme biçiminden kaynaklanan bir tepkisizlik.
O kadar çok Vietnam filmi çekildi ki artık büyük bir heyecan ve zevkle izlemekten Vietnam için Amerika'yı kendi halkı bile yargılayamıyor. Hep tuzağa düşen, vahşi ormanlarda kendinden geçen Amerikalı askerler, savaş sonrası bunalıma giren, helikopterle son anda ateş altından kurtarılan ve hepimize ohhh be dedirten sahnelerle dolu, savaşın nedeninden çok Coni'lerin çektiği sıkıntılara odaklanan filmler. Birde Amerikalı askere âşık olan güzel bir Vietnamlı kızcağız vardır. Yardım eder. Bu da, bak bizi orada seviyorlardı anlamında sahnelerdir. Ama karşı tarafın aciz ve zavallı durumu hiç gösterilmez. Çünkü onlar hep hain, pusu kuran ve hatta neden orada oldukları da bir türlü anlaşılamayan vicdansız ucubelerdir. Tıpkı diğer ülkelerdekiler gibi.
Ülke de çok zor durumda olan bir başkan (president), başına gelen bir felaketle, bu aile fertlerinden birisinin veya kendisinin kaçırılması, yaralı kurtulduğu bir suikast, ülkenin uzaylılar tarafından işgali ve benzeri bir durumda gösterdiği üstün başarı ve fedakârlık sonrasında liderlik özelliğini ve koltuğunu bir kahraman sıfatı ile kurtarabiliyor. Hele o sahne yok mu, başkanın aile fertleri ile birbirlerine sarılıp, eşini öpmesi. I love you. Biz böyle bir olayı gerçekte yaşasak filmin bilinçaltımızda ki etkisi ile o başkanı omuzlarımızda taşırız. Birde sulu gözlerle bakar iki elimizi de göğsümüzde şefkatle birleştiririz. Biz senin için varız.
Sürekli ezilen, dövülen zavallı bir adamın silkinip kendini bulduğu anda ki barbarlığını ve caniliğini alkışlar duruma geldik. Adam neden dövüldü bizi ilgilendirmez. Zavallıydı ya, intikam aldı, iyide yaptı. Bir büyük afette veya kara delikten geçip geldiğimizde ve dünyanın tanınmaz halini gördüğümüzde devrilmiş ve yıkılmış bir eli meşaleli hanımefendi bulamazsak mahvoluruz. Uzaylılar saldırdığında ilk aklımıza gelen omuzu bol yıldızlı, birde enine kırmızı beyaz çizgili logo sahibi bir zat olacak. Başka çözüm yok çünkü.
Çok şey öğrendik biz Hollywood'dan. Daha da öğrenmeye devam edeceğiz. Hem de Oscar'lı cinsinden. Yakın bir zaman da Irak filmleri değişik versiyonları ile vizyona girecek mutlaka. Hele o çuval olayının filmini bir de Hollywood yapsın da bakın. Kendi askerimize bile yan gözle baktırırlar alim Allah. Bakalım şimdiki fikrimiz o filmleri izleyince değişecek mi? Biz yıllardır bir Gece Yarısı Ekspresi filminin etkisini ülke olarak üzerimizden silemedik. İşte sinemanın ve Hollywood'un etkileme gücü bu. Beklide bu kadar yatırımın sebebi bu.
Ne dersek diyelim Hollywood işini iyi yapıyor. Hem sanat anlamında hem de sosyal ve toplumsal etkileme anlamında. Düşünmeden yapamıyoruz, acaba şimdi sırada ne var diye? Yalnızca ekranlar ve beyaz perde değil kastettiğim. Düpedüz yaşadığımız hayattan bahsediyorum. Eğer kendiniz olmaz ve olayları kavrayamazsanız Hollywood işini yine iyi yapmış olacak. Sormalıyız, yoksa şu halimizle Oscar'a aday adayı yardımcı oyuncu durumunda mıyız?