Afrin’e yapılan askeri operasyonla birlikte başlayan görüş ayrılığının toplumda bir karşılık bulmadığını görüyoruz.

Bu tespitin tam karşılığı, operasyonun toplum tarafından kabul edildiği ve Türkiye açısından hayatsal önem taşıdığı yönünde.

Dünya'da eşine ender rastlanır bir şekilde ordusuyla buluşan millet gerçeğinin bir tezahürü olarak “Ordulaşmış millet” tanımının Türk’e özgü bir hareket kabiliyetini de ortaya koymuş olması bir realite.

Ancak Türk Tabipler Birliği ve Türkiye Barolar Birliği üzerinden yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemek ise pek manidar.

Zira Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun hukukun üstünlüğünü baz alarak geliştirdiği karşı tezlerin Türkiye’nin birliği ve bütünlüğüyle, rejim ve cumhuriyetle ve devletin bekasıyla ilgili negatif söylemler geliştirdiği iddiası gerçeklerin oldukça uzağında.

Türk Tabipler Birliği ve Türkiye Barolar Birliği bu konuda birbirinden ayrı pozisyonda.

Savaşı bir halk sağlığı sorunu olarak gören hipokratın çocuklarına barışı nasıl, kiminle, hangi zeminde ve neleri feda ederek sağlamayı düşündüklerini sormak lazım.

Savaş olgusuna “Savaş- Bilim” açısından yaklaşan makyavelist anlayışa göre mutlak hüküm “kaçınılmaz olunca her savaş yerindedir” askeri ve siyasal gerçeğidir.

Türk Tabipler Birliği’nin bundan önceki yönetimleri terörle mücadelede çok daha vahim yaklaşımlar ortaya koymuş, kullandıkları dil itibarıyla terör seviciliği ayyuka çıkmış bir örgüte komuta etmişlerdir.

Elbette insanın yaşama hakkı kutsaldır. Fakat eline silah almış gayri meşru bir gücün estirdiği teröre karşı, elinde silah bulunduran meşru bir gücün savunma stratejisi aynı kefede karşılık bulamaz.

Bu manada Türk devletinin bölücü teröre karşı verdiği haklı mücadelesini sulandırarak, PKK ağzıyla Türk ordusunu itibarsızlaştırmaya yönelik çalışmalar ve beyanatlar beyhude bir çabadır.

Buna mukabil bu cılız karşı çıkışların sağladığı ortamı fırsata çevirerek Türk ve Türkiye kavramları üzerinden yeni bir tartışma iklimi yaratma çabası ise Milli Birliğe her zamankinden daha fazla ihityaç duyulan bu zamanda abesle iştigaldir.

Eğer ortada bir suç varsa, yargı müdahalesi sorunu çözecek yeğane adres olmalıdır.

Bu kurumsal yapıların yöneticileriyle ilgili sorunu Türk ve Türkiye kavramlarını nötr hale getirerek çözmeye çalışmak, eşeğini dövemeyenin semerini dövmekle yaptığı yanlış tercihin ta kendisidir.

Ergenekon’la, Balyozla, Ay Işığı’yla kuşatılan Ordu da bizimdir, Atatürk’ün, milliyetçi-devrimci kurucu felsefeyle yoktan var ettiği Türk devleti de bizimdir.

Sonuçta Türk’te bizimdir, Türkiye’de bizimdir.