Beyoğlu İstanbul 74’de düzenlenen toplantıda salonun duvarları kitapta yer alanların resimleriyle donatıldı. 26 isim arasında bölgemizde ilk seyahat acentasını açan Arsan Seyahat Acentasının kurucusu Ayşe Nur Yılmazer’de yer aldı. Ayşe Nur Yılmazer kitapta,nasıl başardığının yanısıra, rehberlik sıkıntısı,TÜRSAB’la ilgili değerlendirmelere ve Zeugma Mozaiklerinin İstanbul’a götürülmek istenmesine karşı verilen mücadeleye de değiniyor.EN ÇOK ACI ÇEKTİĞİM KONUTurizm Bakanı olsa sektörde neler yapacağıyla ilgili düşüncelerini söyleyen Yılmazer şunları dile getiriyor: “Önce rehberlik meselesini ele alırdım. Benim en çok acı çektiğim konu budur. Bana kızacak rehber arkadaşlarım belki. Ama rehberlerin ücretlendirme sistemleriyle hizmet sistemlerini doğru bulmuyorum. Asgari ücreti 2 günde alıyor rehber. Ölçüsüzce ve çok fazla para aldıklarını düşünüyorum. Bir çarpıklık var. Acentalar de kendi maliyetlerini organize ederken bu nedenle çok sıkıntı çekiyorlar. İki kişilik turdan kazanmayı planladığınız para çoğu zaman rehberin aldığı para kadar. İyi rehber parasını elbette almalı. Sistem tamamen serbest piyasa koşullarına göre çalışmalı. Biz belli bir sayıdan sonra ,kalifiye rehber konusunda gerçek anlamda sıkıntı çekiyoruz. Elimizde tam anlamıyla hizmet veren çok az rehber var. Bazen kanun gereği olduğu için bir turda bir kokartlı rehber, rehber bölgeyi bilmediği için bölgeyi tanıyan bir kişi ve kokartlı rehber yabancı dil konuşamadığı için bir de yabancı dil konuşan kişi almak durumunda kalıyor acentalarımız. Bu hiç vicdanlı ve anlamlı bir şey değil.BENİ KORUYAN BİR BAKANLIĞIM VE MESLEK GRUBUM OLMALISeyahat acentası olarak belli yükümlülüklerimiz var. Yerine getirmezsek cezai şartları var. Ama ben aynı zamanda bir koruma şemsiyesinin de altında olmalıyım. İşime zarar verecek bir terslik olduğu zaman beni koruyan bir bakanlığım, bir meslek grubum olmalı. Ben korsan turlarla mücadele edildiği kadar benle mücadele edildiğini düşünmemeliyim. Kendi adıma söylemiyorum bunu. Ben o konularda çok titizimdir. Ama bazı meslektaşlarımın başına gelenleri, üzerine çok gidildiğini görüyorum ve üzülüyorum. Bir kere acenta aidiyet hissini tamamen, dört dörtlük hissedebilmeli. Yani acenta desteklenmeli, para kazanabilmeli, kendi başına bırakılmamalı. Her kademedeki Turizm Meslek Okullarındaki müfredatla , sahadaki uygulamanın paralel gitmesi için mutlaka ayakları yere basan bir eğitim de ele alacağım diğer bir huşus olurdu. Ayrıca cezalardan çok teşvik ve ödüllendirmeye baze edilmiş bir sistem oturturdum. ÇOK DAHA İYİ YERLERDE OLABİLİRDİAslında TÜRSAB son derece büyük ve inanılmaz büyük bir gücü olan, çok önemli bir yapı. Ben o yapının hak ettiği biçimde çalışmadığına inanıyorum. Çok daha iyi yerlerde olabilirdi. O kadar çok dallanmış budaklanmış, farklı farklı alanlarda da hizmet vermeye girmiş ki bir türlü o sarmalın içinden çıkamıyor diye düşünüyorum. Aslında Bölgesel Yürütme Kuruluşları, mantık olarak doğru hazırlanmış, akıllı kuruluşlar. Ama her kurumun temelindeki mantık gibi, doğruyu bilen, doğruyu söyleyen, gerçekten bölge için bir şeyler yapmak isteyen insanlar orada olduğu sürece işe yarıyor. Yani mantığı güzel de uygulamada da doğru işlemeli. Birilerine şirin gözükmek için eyyamcılık yaptığınızda , ki bu da bir tercihtir, bir takım olaylarda söz sahibi olamıyorsunuz. Çünkü o sözü söylemeye hakkınız da inandırıcılığınız da olmuyor.”MOZAİK SAVAŞIYılmazer, Müze Dostları Derneği ile övünüyor. Kitapta bunu bakın nasıl anlatıyor: “Bir dönem bir turizm bakanı mozaiklerin kesilip kutulara konularak İstanbul’a getirilmesini istemişti. NATO’lu subaylara göstermek istediğini gerekçe olarak gösteriyordu. Düşünebiliyor musunuz mozaiklerin göreceği zararı? Ben o dönemi hep Gaziantep’in ikinci Kurtuluş Savaşı dönemi diye anlatırım. Müzede arkeologlarımız bir yandan ağlıyordu, bir yandan bu paha biçilmez zenginliği kutulara yerleştirmeye çalışıyorlardı. Böyle bir şey olamaz! Vahşet! Mozaikler, taşınmaz kültür varlığıdır. Gaziantep Kalesini nasıl kutulayıp taşıyamazsanız mozaikleri de aynı şekilde taşıyamazsınız. Bakan onlara çok yüksek montanlı sigorta yaptırdığını da söylüyordu, sanki zarar gören o nadide mozaiklere değer biçilebilinirmiş gibi.. Mahkemeye gitmeye karar verdik. O zamanlar hukuk, daha inanılası bir kurumdu. Şansımız inanılmaz yaver gitti ve karşımıza birkaç gün önce müzeyi gezmiş , çok aydın ve arkeolojiye duyarlı bir hakim çıktı. Derhal müzeyi kapattı ve kutulara konma işlemini durdurdu. ÇİNGENE KIZIMIZ GİTMESİNMüze kapandıktan sonra bakan televizyona çıktı ve ‘Bu Gaziantepliler zaten cahil insanlar. Ne kendileri gezerler, ne de başkalarının bu mozaikleri görmesine izin verirler. Böyle saçmalık olur mu!’ dedi. Ama ondan sonra ne oldu biliyor musunuz? Lions’tan Rotary’e, Minibüsçüler Derneği’nden Şoförler Derneği’ne kadar tam 156 tane sivil toplum örgütü bir araya geldik bir otelde. Otelciler, rehberler de katıldı. Önce mozaiklerin taşınmaz kültür varlıkları olduğu yönünde bilgi verdik bu muhteşem gruba. ‘Bununla ilgili bir duruş sergilememiz gerekiyor. Var mısınız?’ dedik. Bütün salon ‘Varız!’ dedi. Bir yandan da hukuk mücadelemiz devam ediyordu. O ara bir halk hareketi olarak Zeugma Bakkalı, Zeugma Ayakkabıcısı, Zeugma Berberi, yani herkesin adı Zeugma olarak değişti. ‘Çingene kızımız gitmesin’ diye çok güzel afişler bastırdık. Ve sonunda biz bu savaşı kazandık. Şimdi ben o mozaiklere her baktığımda içim titrer. Bebeğim gibi.”