Bir zamanlar Sabah grubunu yöneten Dinç Bilgin?in çeşitli medya kuruluşlarına verdiği röportajlardaki ?günah çıkarma? seanslarını izledik bu hafta. 28 Şubat döneminin ateşli savunucularından ve medya baronlarından Dinç Bilgin bakın neler söylüyor: ?Hayatım boyunca İzmir ve İstanbul dışına çıkmayışıma rağmen, hayatımda Kürt ya da Alevi neredeyse hiçbir insan tanımamışken, onlar hakkında ordu içindeki bazı unsurların baskısı ile yanlı/taraflı birçok manşet attım, çok günaha girdim.? ?O dönemde siyasetçilerden çok, generallerden çekinirdik ve çok uyarı alırdık.? demekten de sakınmıyordu medya organlarına yansıyan röportaj notlarında. ?Ne zamanki basın dışında finans/bankacılık, inşaat gibi sektörlere girdim; gazetecilik ilkelerinden uzaklaştım.? demesi de çarpıcı bir itiraftı. Dinç Bilgin?in yeni oluşan dengelerde kendine yer açmaya çalıştığı söylenebilir, bu doğru ya da yanlış bir belirleme de olabilir; ama biz hakikati/gerçeği arayanlar açısından gayet güzel/acı malzemeler sunmakta olduğu da yadsınamaz bu röportajların. Evet, AKP döneminde ?yandaş medya? denen bir olgu var ve böyle bir yandaşlık payesi de bilinçli olarak yaratıldı. Bununla sonuna kadar mücadele etmek demokrasi güçleri açısından bugün için elzem. Medyada tekelleşmeye karşı anti-tröst ve anti-kartel yasalarının çıkması için mücadele etmekte öyle? Ama unutmayalım ki bugün AKP iktidarı üzerinden biçimlenen ?adam kayırmacı/yandaş medyacı zihniyet? ve ?politika yapma biçimi? bize bürokratik elit ve onun şu an siyaseten tasfiye olmuş ?Baba? unsurlarının mirası. Zaten AKP?nin liberal-demokrat olarak arada bir saman alevi gibi çıkan karakteri de bu eski bürokratik yapı ve onun siyasi uzantılarının anti-demokratik ve toplum karşıtı niteliklerinden kaynaklanıyor. Çatıştığınız yapının uzak olduğu değerler, sizin onlara karşı savunacağınız pozisyonlar olarak ortaya çıkabiliyor. Çatışmada üstünlük sağlandığı zaman da bu pozisyon terk edilerek eski yapıdan öğrendikleri siyaset yapma biçimleri ile kendi muhafazakâr/otoriter kimliklerine dönüveriyorlar. Bugün karşı kutuplarda yer alan bu iki yapının 12 Eylül öncesi ortak düşman ilan ettikleri komünistler, Aleviler, Kürtler vd.lerine karşı nasıl ittifak yaptıklarını da unutmamak gerekiyor. Bugün olup bitenlere baktığımızda 2002 seçimlerinden bu yana günümüz Türkiye toplumu olarak iki cendere arasına sıkıştırıldığımız iddia edilebilir: Birisi, neo-İslamcılar diye de adlandırabileceğimiz Anadolu?nun muhafazakâr ve dindar geleneklerini taşıyan, modern; ama Müslüman orta sınıfı bir araya getiren ve AKP etrafında kümelenen anlayış? Diğeri ise, kendilerini Atatürk?ün laik ve cumhuriyetçi mirasının bekçileri olarak gören geleneksel şehirli CHP-MHP ve askeri yapıyı temsil eden TSK etrafında var olmaya çalışan anlayış? Daha önce de vurgulamaya çalışmıştık, topluma sundukları gelecek/reva gördükleri muamele bakımından bu iki yapının birbirlerinden farklı olmaları şöyle dursun; bu yapılar geçmişten günümüze birbirini besleyen, kirli siyaset kültürlerini birbirine aktaran bir pratiğin içinde oldular. Yakın dönem Türkiye tarihi objektif olarak okunduğunda (1950 sonrası) ne söylemek istediğimiz daha iyi anlaşılabilir sanırım.Bugün Türkiye?nin ihtiyacı olan politik duruş, bu iki yapının siyaset yapma biçimini de reddeden, toplumsal dinamiklere dayanan, teknolojinin insanlığı getirdiği aşamadan da faydalanarak doğrudan demokrasi yöntemlerini kullanıp yeni bir siyasetin/toplumcu bir siyasetin ağlarını örmektir. Peki, Türkiye toplumu buna hazır mı?.. Genç ve dinamik yapısıyla her türlü değişime hazır olan; ancak baskıcı ve milliyetçi-muhafazakâr eğitim sistemiyle yontulan Türkiye gençliği her türlü yeniliğe açıktır aslında. Çok geçerli bir ölçü olmasa da ipucu olma babında bakınız facebook, msn ve google gibi internet iletişim ağlarının dünyadaki en hızlı yayıldığı ülkeler listesine. Toplumun hazır olmayan unsurları ise tarihin bu akışına hazır hale gelecektir. Ne de olsa tarihin karşısında durulmaz!.. Ve sevgili Sunay Akın?ın dediği gibi: ?Tarih dediğin, aslında yarının ta kendisi.?