Hemen hepimiz lisede fizik dersi görmüşüzdür.. Fizikte şöyle bir gerçek vardır; basınç altında kalan hava da, su da, gaz da patlar. Yada tıptan bir gerçeklik örneği verecek olursak, yüksek tansiyon da damarlardaki kanın fazla basınç altında kalma durumudur ki en basit hali şiddetli burun kanamasıdır ve bu kanama hayat kurtarır, nitekim bir anlamda subap görevi görür. Biz bayanların pek tanıdığı düdüklü tencerede de aynı mantık vardır ve subap aracılığı ile tencere içindeki basınç kontrol edilir; subapta bir tıkanma mevcutsa, adını bu subabın işleyişinden alan, "Düdüklü" tencerenin patlamaması mümkün değildir! (Düdük çalarak boşaltır içerisinde sıkışan buharı, çığırtkanlık olsun diye değil yani!) Allahtan kullanma kılavuzunda nasıl kullanılacağı yazar da patlatmadan kullanır kadınlar yıllarca... İnsanların da baskı altında sıkışan hoşgörüleri, sağduyuları vardır; sabretmek büyük meziyettir diye öğrenmişlerdir bazı coğrafyalarda, beklerler... Sabrettikçe daha çok sıkıştırıldıkları olur; oflamaya-puflamaya başlarlar...Psikologlar, psikiyatrlar, sosyologlar falan insanların kullanma kılavuzlarını yazarlar lakin pek de okuyan olmaz! Misal, oflayıp-puflamaya başlayan karısını dinlemek yerine "Yeter lann! Bıktım usandım senin oflamandan puflamandan diyerek el kaldıran kocasının yanında subabını kapatmaya yeltenir kadın; korkar çünkü.! Sonrası ya ruhsal çöküntüdür ya da cinnet getirir, olmadı intihar eder!... Gezi Parkı olayı da baskı altında kalan insanların en azından yaşadıkları çevre için bir şeyler yapma ihtiyacıydı, en azından "ağaçlarımıza dokunmayın" diyerek demokratik haklarının en masumunu icra etmekti; izin verilmedi! Ellerinde ne taş ne de sopa olan, öyle masumane bir şekilde ağaç nöbeti tutanlar bir düşman gibi sarıldılar, tazyikli su ve biber gazı ile karşı karşıya kaldılar... Bu ilk değildi; 4+4+4 eğitim dayatmasında da "Olmaz, n'olur yapmayın" diyenler de aynı müdahale ile karşılaşmıştı, üniversite harçlarının çok yüksek olduğunu anlatmak isteyen öğrenciler de...Hatta, resmi bayramlarını kutlamak isteyenler de! O bayramlarda gururla Türk Bayrağı'nı açmak isteyenlerde.. Tazyikli su dediğimiz kemikleri çatlatıyor, kırıyor; biber gazı açık alan kullanımına uygun, direkt olarak insanların üzerlerine sıkılmaması gerekiyor. Bizim halkın üzerine yağdırıyorlar suyu, yağdırıyorlar gazı; kapsülleri kafalarını delik deşik ediyor insanların! İşte burada başlamıyor mu devletin çelişkisi.. Geçen yazımdan hatırlarsanız bahsetmiştim. Güya vatandaşın sağlığını vatandaştan çok düşünüp de içki, sigara falan feşmekan yasakları getiripte sonra vatandaşın sağlığına zarar verecek davranışlar sergile, kapsülleri ile kafaları yar oluk oluk kan akıt, bibe gazıyla gözlerini kör et, yetmedi coplarla dayak yemelerine göz yum sonrada utanmadan halkımın sağlığını düşünüyorum de.. Ne komik hatta traji komik bi durum.. Ne günahları vardı ki, Gezi Parkı için en masum ve en demokratik haklarını kullanan insanların onlara böyle acımasızca davranıldı. Hal böyle olunca, o masum ağaç bekçilerinin üzerine böyle düşman gibi gidilince, kullanma kılavuzunda yazdığı gibi oldu ve patladı tüm yurtta vatandaş arkadaşım.. Her zaman kendi bildiğini okuyan yönetim herşeyi ben bilirim edasıyla kullanma kılavuzunu okumadıkları gibi alarm düdüğünede itibar etmemişti. Nasıl olsa bunlar asgari ücrete de ses seda çıkarmıyorlar, biz ne dersek kabullenip susuyorlar, iki çuval kömür, üç-beş paket makarna atıldı mı önlerine tamam..!! Bitmiştir olay.!! El insaf kardeşim vatandaştaki de sabır yani.. Suriye meselesi, T.C. ibaresinin kaldırılması, "İki ayyaş" falan derken, ki zaten ne insan hakları kalmıştı ortada ne de demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nde demokrasi. Ve hatta habire gözaltılar, efendime söyleyim fişlenmeler falan falan..Satıp satıp "özelleştirmeler" filan halkın yüreğini doldurdukça doldurmuştu. Bütün bu olanların ardından; Gezi Parkı bir subaptı, polisleri yığmasalardı masum insanların üzerlerine; ki az biraz zaman önce vatandaşının canına kasteden silahlı PKK militanlarını alkışlarla gönderensin "Barış" diye; sorarlar insana oradaki vatandaşlar ne yaptılar da düşman muamelesine maruz kaldılar! diye.. Ki; sordular da zaten! En ağrıma giden ise başbakanın konuya ilişkin yaklaşımı oldu: "Medya galeyana getiriyor, suçludur" deyip de "Topçu Kışlası yapılacaktır!..." dedi ya, orada bittim işte! Dedim ki bu söylemden sonra daha da artacak Gezi Parkı ile başlayan isyana destek! Gaziantep'te ısrarla orantısız güç kullanıldığı bilgileri geldi kaç saattir; hoş, Türkiye Cumhuriyeti'nin her yanında polis orantısız güç kullanıyor ama düşmana saldırır gibi ablukaya alındıklarını haykırıyor gençler! Benzer çığlıklar Adana'dan geliyor! "Ne bu şiddet bu celal?" Bu hiddet, bu hoyratlık? "Bir minik pencere, bir aydınlık" isteyen insanlara tahammülsüzlük? Cansız, insan yapımı düdüklü tencerenin bile bir haddi var; Gazze'dekilere, Suriye karşıtı örgütlere üzülüp-ağlayana kadar burada düşman gibi hırpalanan, öldürülesiye dövülen "Halk" düşmanınız mı? Hımm, size oy vermeyenler diye düşündüğünüz halka reva gördüğünüz bu demek ki! Tencere boşuna düdük çalmıyor; çalmaya çalıştıkça subap kapatılıyorsa tencere de patlar bir yerden sonra, yani! Suç ne tencerede ne de tencereyi ateş üzerine koyan teyzemde, suç resmen subabı kapatanda! Bu da böyle biline!..