Ülkelerin eğitim sistemlerinin yenileştirme ve geliştirme çalışmaları arasında öğretmen yetiştirme önemli bir yer tutmaktadır.

İlköğretmen okullarından, Köy Enstitüleri’ne, Eğitim Enstitüleri’nden, Eğitim Fakülteleri’ne uzanan bir süreç içerisinde ülkemizde köklü bir öğretmen yetiştirme geleneği bulunmaktadır.

ilk öğretmen tipleri “muallimler” ile “müderrislerdir.”

Her ikisi de medrese sisteminde yetişiyordu

Daha sonra Rüştiye Mekteplerine öğretmen yetiştirmek amacıyla ilk “Darülmuallimîn” açıldı.

3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile eğitim ve öğretimde yeni, bir sistemin önü açıldı.

"Gazi Eğitim Enstitüsü" 1926-1927 öğretim yılında ortaokullara Türkçe öğretmeni yetiştirmek amacıyla Konya'da "Orta Muallim Mektebi" adıyla kurulmuş (2 yıllık) ve daha sonra Ankara'ya nakledilerek yeni bölümler eklenmiştir.

1940'lı yılların sonlarında Gazi Eğitim Enstitüsünün kapasitesinin ülkenin ortaokul öğretmeni ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğu anlaşılınca, yeni eğitim enstitüleri açılmaya başlanmıştır.

İlkokul öğretmenleri ihtiyacı ise farklı kaynaklardan sağlanıyordu.

Özellikle köy öğretmeni ihtiyacı, 1953 yılında Köy Enstitüleri ile İlk öğretmen Okullarının birleştirilmesini sağladı.

Başlangıçta, “eğitim enstitüleri” eğitim formatına göre çok kaliteli öğretmenler yetiştirdi. 1970'li yıllara gelindiğinde “kestirme çözümler” gündeme getirilmiş, daha sonra da "Gece Öğretimi", "Mektupla Öğretim" , "Hızlandırılmış Eğitim" uygulamaları ile sulandırılmıştır.

Bu uygulamalar, yeterli eğitim almadan çok sayıda öğretmen yetiştirilmesini sağlamıştır.

O dönemde çeşitli siyasi ideolojiler ve örgütler devreye girmiş, bu ülkenin gariban gençleri sağ-sol çatışması adı altında birbirine kırdırılmıştır.

Ve beklenen sonuç: Kapatın!

“Köy enstitüsü”, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere tasarlanmış, Türkiye'ye özgü uygulamalı bir eğitim projesidir.

Bu proje ile kırsal bölgelerde açılacak okulların, toplum yaşam merkezi haline getirilmesi ve köy enstitülerinde yetişen eğitmenlerin köylüleri bilinçlendirmesi amaçlanmıştır.

O zamanlar, nüfusun %80'lik bölümü köylerde yaşıyordu.

Atatürk’ün deyimiyle, milletin efendisi olan köylüyü eğitecek öğretmen bulmak da kolay değildi.

Köylü cahil bırakılamazdı.

1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Ensititüleri açıldı.

Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50'lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.

Buralarda yetişen öğretmenler, atandığı yerdeki köylülere hem okuma yazma öğretecek hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini göstereceklerdi.

Niyet iyi, proje güzeldi.

Devreye ABD girdi. Türkiye’ye yardım karşılığında bir dizi isteklerini sıraladı.

Bunlar arasında,Köy Enstitülerinin kapatılması da bulunuyordu.

Ne alaka, demeyin!

ABD ve onun politikalarını uygulamak isteyenler için bu sistem, Sovyet sistemine benzer bir uygulamaydı.

Yararlı olup olmamasının bir önemi yoktu.

Önce "uygulamalı eğitim" ilkesinden uzaklaştırıldı. Daha sonra öğretmen okullarına dönüştürülerek 1954'te kapatıldılar.

Birilerine göre Köy Enstitüleri; “Atatürk devrimlerine karşı olup, tek parti yönetiminde bu düşüncelerini açığa vuramayanların bir karşı atağı ile kapatılmıştır.”

Bazılarına göre ise Köy Enstitüleri; “komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu için saldırı kampanyalarına maruz kalmış ve kapatılmıştır.”

Bunlardan hangisi doğruydu?

Olaya ideoloji ve siyasi görüş farklılıkları karıştırıldığı ve toplum yanlış yönlendirildiği için doğru bir analiz yapmak gerçekten güç görünmektedir.

Bununla birlikte, yönetimi ürküten ve Sovyet modelini anımsatan bazı uygulamalar dikkati çekmiş ve eleştirilere neden olmuştur. Bunlar;

  • Köy Enstitülerinde öğrencilerin tek tip üniforma giymesi,
  • Öğrencilerin bizzat yönetime katılımı,
  • Kız öğrencilerin erkek öğrenciler ile karma eğitim görmesi,
  • Okulda sol görüşlü öğretmenlerin kominist öğrenci yetiştirdiği ihbarlarını içeren mektupların polise intikali,
  • Öğrencilerin boğaz tokluğuna öğrenim görecekleri kendi okullarının inşasında çalıştırılmaları,
  • Köylere atanan öğretmenlerin, büyük toprak sahipleri ile çatışmaları,

Bunlara ilaveten, halk arasında yayılan bir kısmı kasıtlı söylentilerin de kapatılmaya etkili olduğu söylenebilir.

Tüm bunlar birer algı operasyonu muydu? Bilmiyoruz.

Ve beklenen sonuç: Kapatın!

Dün köminist diye kapatılan Köy Enstitüleri…Bugün KGB ajanı kardeşim Putin…

“Fırıldak dünya”

Polis Kolejleri niye kapandı?

Ankara Polis Koleji, Emniyet Teşkilatı’na rütbeli personel yetiştirmek amacıyla 1938 yılında Atatürk’ün talimatıyla kuruldu.

Ortaokuldan sonra sınavla girilen, Emniyet Teşkilatına amir kadrolarını yetiştiren, Polis Akademisi’nin öncelikli öğrenci kaynağı olan gözde bir okuldu.

Kaliteli eğitimi nedeniyle, zamanın fen liseleri ayarında görülürdü.

Öğrenciler polislik mesleğine ilk adımlarını burada atar, üniforma giyer, temel disipline burada alışırdı.

Polis Koleji’nin birçok geleneği vardı. Bunlardan biri de sizden bir sene önce okula girmiş üst sınıfların aynı zamanda da alt sınıfların amiri sayıldığıydı.

Aralarında sarsılmaz bir bağ vardı. Buna, “Kolejlilik Ruhu” denir, bu ruhu hiçbir ideoloji ya da başka bir neden sarsamazdı.

Bizim dönemimizde polis kolejleri, genellikle Atatürkçü ve milliyetçi gençlerin yetiştiği bir ocaktı.

Emniyet Teşkilatı’nın toplam tarihinin yarısından fazlasında, yöneticilerinin çoğunluğu kolej ve akademi tabanlı olmuştur.

Aradan sızma olsa da, genelde durum buydu.

Bu düzen 1986 yılından başlayarak bozuldu.

FETÖ’ne yakınlığı ile bilinen kişiler Polis Kolejine atanarak, FETÖ yapılanmasının önü açıldı.

Devletin haberi yok muydu?

Olsa müdahale ederdi herhalde!

Velhasıl kendilerinden olmayana hayat hakkı tanımadılar.

Öğrencilerin bir kısmını uydurma iddialar ve kumpaslarla okuldan atılmasını sağladılar.

Polis Kolejleri FETÖ’nün kontrolüne geçti.

Ve beklenen sonuç: Kapatın!

2015 yılında kapatıldı.

Köy Enstitülerinin ve Eğitim Enstitülerinin başına gelen Polis Kolejinin de başına geldi.

Suçlu ayağa kalk!

Baktık ki, sorumlu yöneticiler yerine okul binaları ayağa kaldırılmış!

Devlet, kontrolü altındaki okullar niye kapatılır? Sorumluluk varsa yönetenlerindir.

Kim ya da kimler fırsat verdi ise onlar cezalandırılsın.

Okulu kapatmak yerine, yeni bir anlayış ile yeniden donatıp, bu ülkeye yararlı insanlar yetiştirilebilirdi.

Ya da önleyici önlemlerle sızmalar önlenebilirdi.

Eğitimde gelinen nokta ortada…

Köy Enstitüleri tarafından iyi yetiştirilen öğretmenler, köylüleri tarım konusunda bilinçlendirmiş olsaydı, belki de köyden kente göç bu kadar olmayacaktı.

Köyler cazibe merkezi haline getirilerek, “Köy Kentler” kurulsaydı, belki de daha yaşanabilir bir ortamda yaşayacak, köylerimizi terk etmeyecektik

Kimbilir?

Günün Sözü: “Çalıştığınız departmanda dereceniz ne kadar yüksek olursa olsun en aşağı derecede bulunan kişinin sorumluluğu da size aittir.”