11 Şubat 1938 tarihinde Sovyetler Birliği'ndeki Stalinist-Ruslaştırma politikalarına boyun eğmediği için kurşuna dizilerek öldürülen Turancı Kazak şair Mağcan Cumabay her kesimden Türk milliyetçilerinin katıldığı "Mağcan" filminin galasında anıldı.

İleri yayınlarının organizasyonu ile gerçekleşen Mağcan filminin galası Taksim Ses Tiyatrosunda kalabalık bir topluluk önünde yapıldı.

Takdim konuşmalarını Oğuz Doğan’ın yaptığı Galaya çeşitli parti ve sivil toplum kuruluşlarının katıldığı toplantıya MHP’den MYK üyesi Özcan Pehlivanoğlu, Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım MHP Beyoğlu İlçe Başkanı Murat Doğan, MHP Başakşehir İlçe Başkanı Dursun İzci, Ülkü Ocakları Başkanları, Bozkurtlar Platformu Koordinatörü Müjdat Öztürk, Turancı Hareket Platformu Başkanı Hasan Kocabey Ulusal Parti Genel Başkanı Gökçe Fırat, Gençtürkler, HEPAR, ve çok sayıda Türk Milliyetçisi katıldı.

Mağcan Cumabay'ın Mücadeledeki Rolü :

Kazak Türklerinin Türklük ve Turan ateşiyle yanan, Sovyet işgalindeki Türkistan’ın bağımsızlığı için mücadele veren ve Turancı olduğu için 45 yaşında kurşuna dizilerek şehit edilen büyük şairi...

Mağcan Cumabay: Kazak edebiyatının ulularından. Büyük fikir ve dava adamı. Hürriyet aşığı, coşkulu şair. 1893'de Kuzey Kazakistan'da doğdu. Babası Beken Bey (Ceken Bey) Mağcan'ın okumasına gerek görmez. Zira oğlunun köy mollası olmasını istemektedir. Ancak Mağcan babasını dinlemez, henüz 12 yaşındayken Çala Kazak Medresesi'ne devam eder. Bu medresede Arapça, Farsça ve Çağatay Türkçesini öğrenir. Yine aynı yıl Ufa'da bulunan Galiya Medresesi'ne başvurur. Bu medresede de Rus Dili ve Edebiyatı eğitimini alır. 1913 yılında Kazan'da Şolpan adıyla ilk şiir kitabını yayınlar. Kitabın yayınlanmasıyla birlikte, Mağcan Kazak ve Tatar milliyetçisi gençler arasında bir sembol isim haline gelir. 1923-1926 yılları arasında Moskova'daki Edebiyat Enstitüsü'ne devam eder. Enstitünün hocalarından V. Briusov, Mağcan'ı 'Kazakların Puşkin'i' olarak adlandırır.

Mağcan Cumabayev, Sovyet ihtilalinin gerçekleştiği 1917 yılı içinde Mir Cakıp Dulatoğlu, Ahmet Baytursunoğlu, Alihan Bükeyhanoğlu, Seken Seyfullin, Muhammedcan Seydalin, Esfendiyar Köpeyoğlu, Sultan Mahmut Toraygıroğlu gibi fikir adamı yazarlarla tanışır ve Alaş Orda hareketinin siyasal gelişimine destek verir. Yapılan Alaş kurultayı sonunda Alaş Orda Hükümeti kurulur, Kazakistan'ın bağımsızlığı ilan edilir (13 Aralık 1917). Alaş Orda Hareketi, Kazakların tarihe geçmiş meşhur bağımsızlık hareketidir. 'Ne korsem de Alaş üçin korgenim / Magan atak ultım uşın olgenim – Ne görsem de Alaş için görürüm / Bana armağandır yüce halkım için ölürüm' mısraları, Mağcan'ın kaleminden o yıllarda çıkmıştır.

Mağcan, 1922 yılında değerli yazar Hazer Törekuloğlu'nun davetiyle Taşkent'e gider. Orada Şolpan, Sana ve Akjol gazetelerinde şiirlerini yayınlar. İşte bu sırada meşhur Kazak aydın ve yazarı Avezov ile tanışır. Yazdığı şiirlerinde Kazak halkının Sovyetleşmesine karşı çıkmakta, Kazak halkına ata yurduna ve bağımsızlığına sahip çıkmasını öğütlemektedir. Stalin'in yönetime gelmesiyle birlikte Alaş Ordacılar baskı altına alınmaya başlanır. Mağcan'ın yakın çevresi, ya tehditlerle ya da menfaat karşılığında Mağcan'ı terk etmeye başlar. Mağcan her geçen gün yalnızlaşmaktadır. Kitapları basılmaz, şiirleri yayınlanmaz. Ailesini geçindirecek maddi imkanı kalmaz. Mağcan'a selam veren dostu kalmamıştır çevresinde. O artık, yalnız bir adamdır. İşte bu yıllarda yazdığı ve yüreğiyle dertleştiği mısraları kaleme alır. 'Ey yüreğim benim ne suçum var, bu halkı sen sev dedin ben de sevdim' mısralarında içine düştüğü yalnızlığı, terk edilmişliği ve sahipsizliği ifade eder. Şiirleri yasaklanır. Bu yasak 1988 yılına kadar devam eder.

Moskova'da 1925 yılında kurduğu Alka adlı edebiyat derneğinin karşı devrimci faaliyetler yaptığı iddiasıyla, Mağcan tutuklanır ve idama mahkum edilir. Ancak, cezası 10 yıl sürgün cezasına çevrilir. 1930'da başlayan sürgün yıllarını çalışma kamplarında geçirir. Rus yazarı Gorki'nin yardımlarıyla 1936 yılında hapishaneden çıkar. Almatı'ya döndükten sonra Muhtar Avezov'un tutuklanmasına yardımcı olacak bilgiler vermesi istenilir. Mağcan böyle bir alçaklığı yapacak insan değildir. Ve 'Japon Casusu' suçlamasıyla, 1937 yılının Aralık ayında yeniden tutuklanır. Ama Mağcan sorgulama sırasında maruz kaldığı işkencelere dayanamaz... Suçlamayı kabullenir. 19 Mart 1938'de kurşuna dizilerek öldürülür. Sovyet işgali altında bulunan Türk yurtlarındaki aydınlardan biri daha böylece susturulmuştur.

Kazakistan’da doğup Türkistanı kucaklayan, ateşli yüreğinin tutuşturduğu kalemiyle büyük Turan ülküsüne hizmet eden bahtsız yiğit. Bu ülkünün neferleri Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Türkiye, Azerbaycan, Kırım, İran, Doğu Türkistan, Kerkük, Tataristan hasılı Türklerin anayurdunun her bucağında aynı kaderi paylaşmıştır: Zulüm, sürgün, iftira, işkence, yalnızlık ve ölüm...

Mağcan Türkistan’ın değişik şehirlerinde farklı aydın hareketlerinin içerisinde yer alır. Türklerin hürriyet mücadelesine destek verir şiirleriyle. Hapse girer, Gorki’nin çabalarıyla kurtulur. Sürgün cezası yer. Yanına hiç bir dostunun yaklaşmasına izin verilmez ve yapayalnız bırakılır. Geçimini sağlayamayacak hale getirilir. Bu durumda bile sadece "Ey yüreğim benim ne suçum var/Bu milleti sen sev dedin, ben de sevdim" serzenişinde bulunur. Sonunun ölüm olacağını biliyordu. Stalin kasabı karar verdikten sonra Türk aydınlarının susturulması için gerekçe mi yoktu? Mağcan da "Japon casusu" olduğunu kabul etti işkencede ve 1938 Mart’ında şehadete yürüdü... Adının anılması bile yasaklandı. 1993 yılında Nursultan Nazarbayev devlet töreniyle doğumunun 100. yılında Mağcan’ın çalınan itibarını ait olduğu yere, Turan ülküsüne inananların gönlüne iade etti...

Çanakkale Şavaşları sırasında yazdığı Uzaktaki Kardeşime (Alısdaki Bavırıma) şiiri Mağcan’ın gönlünün genişliğinin ve Türk ülküsüne inancının mührü gibidir. Şiirinin bir kaç dörtlüğü Mağcan’ı anlatmamızı gereksiz kılıyor... Rahmet ve dua ile anıyoruz.

UZAKTAKİ KARDEŞİME

"Bu şiir, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşına atfen,

Büyük şair Mağcan Cumabay tarafından

Kazakistan’da 1918-1919 kışında yazılmıştır."

Uzakta ağır azap çeken kardeşim

Solmuş laleler gibi kuruyan kardeşim

Etrafını sarmış düşman ortasında

Göl gibi gözyaşı döken kardeşim

Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim

Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim

Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman

Diri diri derini soymuş kardeşim

Ey Pirim! Değil miydi Altın Altay

Anamız bizim? Bizlerse birer tay

Bağrında yürümedik mi serazat

Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?

Alaca altın aşık atışmadık mı?

Tepişip bir döşekte yatışmadık mı?

Anamız olan Altayın ak sütünden

Beraber emip, beraber tadışmadık mı?

Akmadı mı bizim için dupduru bulak

Şarıldayıp, gürül-gürül dağdan inerek

Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi

Dilesek bir bir atlar, tıpkı Burak

Altay'ın altın günü nazlanarak

Gelende sen pars gibi bir er olarak

Akdeniz, Karadeniz ötelerine

Kardeşim, gittin beni bırakarak

Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam

Uçsam diye davransam bir türlü uçamam

Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı

Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan

Kurşunlar genç yüreğime saplandı

Günahsız temiz kanım su gibi aktı

Kansız kalıp kuruyup bayıldım

Karanlık hapse sıkıca kapattı

Görmüyorum gece gezdiğimiz ovayı

Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı

Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp

Bizi büyüten altın anam Altay'ı

Ey Pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden?

Dağılıp yılmayan yağan oklardan

Türk'ün pars gibi yüreği varken

Korka kul mu olduk düşmandan sinen

Kudrete hamle eden Türk'ün canı

Gerçekten hasta mı, bitti mi hali?

Ateşi söndü mü yürekteki, kurudu mu

Kaynayan damarındaki atalar kanı

Kardeşim sen o yanda, ben bu yanda

Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza

Layık mı kul olup durmak? Gel gidelim

Altay'a, ata mirası altın tahta

MAĞCAN CUMABAY

1893 yılında kuzey Kazakistanın Petropavlovsk bölgesinde dünyaya gelen Kazak edebiyatçısı, gazeteci, pedagog ve Türkolog olan Mağcan Cumabayın Türkiye Türklerinin gönlünde özel bir yeri ve önemi vardır. 11 Şubat 1938 tarihinde inandığı değerlerden taviz vermediği için kurşuna dizilerek öldürülen Mağcan Cumabay, Uzaktaki Kardeşime adlı şiiriyle Anadoluda kurtuluş savaşı veren Türkiye Türklerine mücadele azmi vermiştir. Onun bu asil davranışı Türk Dünyasını ne kadar yürekten takip ettiğinin de bir işaretidir.

MAĞCAN'A CEVAP

"Bu şiir, Büyük şair Mağcan Cumabay’a Türkiye’den 80 yıl gecikmiş bir cevap ve vefa borcunun ifasıdır" 2002 Şubat

Uzaktan azabımı bilen kardeşim

Sevgisiyle gözyaşımı silen kardeşim

Özü amansız düşman ortasında

Gönlünü derdime bölen kardeşim

Ağır kaygılarla doldum kardeşim.

Kuruyup Lale gibi soldum kardeşim.

Taş yürekli düşmanı sen hep bilirdin.

Ben şimdi haberdar oldum kardeşim

Ortak anamız idi, Altın Altay

O bir Tulpar idi, bizler birer tay

Bağrında şimşek gibi çakardık

Karşımızda sönük kalırdı, gün ve ay

Alaca altın aşık atıştık elbet

Tepişip bir döşekte yatıştık elbet

Altay gibi bir ananın ak sütünden

Beraber emip, beraber tadıştık elbet.

Bizim için dupduru bulaklar aktı.

El attığımız yerde şimşekler çaktı.

Emrimizdeydi uçan kuş ve kopan yeller

Bindiğimiz atlar tıpkı buraktı.

Bir gün ortak hayatın süresi doldu.

Tanrı emriyle sefer mukadder oldu.

Bedenim Akdeniz–Karadeniz arkasında

Yüreğim Altın Altay'da kaldı.

Bilirim öksüz kalıp kanat açamadığın

Uçmaya davransan da uçamadığın

Yön bulduran, yol gösteren can olmayınca

Düşman kurşunlarından kaçamadığın

Sana değen kurşun, bana saplandı

Günahsız kanımız birlikte aktı

Toprağa düşen kan, onu yurt kılar

Bizi ayrılıp, bölünmek yaktı.

Ben de hasretim, gezdiğimiz ovaya

Gündüz güneşe, gece gümüş nurlu aya

Bizi ipek kundaklara sarmalayıp

Bağrında büyüten anamız Altay'a

Ulu bütünden ayrılıp uzağa düştük.

Tarihin kazanında yıllarca piştik.

Dağılıp yılmadık yağan oklardan

Yiğitlik suyunu biz özünden içtik.

Kudrete hamle eden Türk canı

Ne hasta düştü, ne de tükendi hali

Sönmedi yüreklerdeki ateş

Kurumadı damardaki atalar kanı

Kardeşim, sen o yanda, ben bu yanda

Kudret doğmaz ayrı ayrı yatanda

Gücü-kuvveti toplamak gerek

Atalardan miras ortak vatanda.

FEYZULLAH BUDAK