İnsanoğlu tarihsel süreç içerisinde huzur ve güvenliği için devlet denilen aygıtı oluşturmuş ve devletin koyduğu kurallar süreç içerisinde yasa haline dönüştürülmüştür. Toplumların gelişmesi ile birlikte hak hukuk ve adalet kavramları öne çıkmış; devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama erklerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların hak ve ödevlerini, özgürlüklerini belirten ve düzenleyen, ana bir yasaya ihtiyaç duyulmuştur. Anayasaların temel kuralları arasında yasaların anayasaya aykırı olamayacağı da bulunmaktadır. Günümüzde yerleşik bir anayasaya sahip olmak, bir “gelişme” göstergesidir. 21. Yüzyılda gelişmiş statüsünde olan hiçbir ülkede sistem ve anayasa kavgaları bulunmamaktadır. Anayasalar temel metinler olup, ihtiyaç haline dönüşmedikçe değişime uğramazlar. Değişime uğrayan günün şartlarına göre değişen yasalardır. 1789 yılında yürürlüğe giren ABD Anayasası; Önsöz, 7 madde ve 27 yasa değişikliğinden oluşur. Yazılı anayasası olmayan tek ülke İngiltere’dir. İngiliz Anayasası'nın büyük bir bölümü kanunlar, mahkeme kararları, uzman çalışmaları ve antlaşmalar gibi yazı metinler doğrultusunda şekillenmiştir. Türk tarihinin ilk anayasası ise 1876 – Kanun-i Esasi’dir. Ne yazık ki, Türk tarihinde uzlaşma ile yapılan bir anayasa bulunmamaktadır. 1961 ve 1982 Anayasası askeri darbeler ardından dayatma ya da dikte edilerek çıkarılmış ve halkoyuna sunularak kabul ettirilmiş metinlerdir. Türk demokrasi hayatının en büyük ayıbı, 21. yüzyılda milletin tüm dinamiklerini birleştiren; yerleşmiş ve oturmuş bir anayasaya sahip, sivil ve çağdaş bir anayasaya sahip olamamasıdır. Mevcut anayasa da değişikliğe uğraya uğraya çığırından çıkarılmış, bütünlüğünü ve özünü kaybetmiştir. Zaten iktidar tarafından uyan da uygulayan da bulunmamaktadır. Devletler, anayasa ve yasalara göre yönetilir. Halkın beklentilerini karşılamayan, OHAL döneminde hamasi nutuklarla ve boş vaatlerle çok az bir farkla (%51,4) kabul edilen CB Hükümet Sistemi, ülke yönetiminde ağır hasarlara yol açmıştır. Taha Akyol’un deyimi ile “Kamu kurumlarında, devlet politikalarının istikrarında, yargı bağımsızlığında nasıl ağır sorunlar yarattığı ortadadır.” Zira tek adam sisteminde çıkarılan KHK’lar, yasa ve anayasaların üstüne çıkmıştır. Yargı bağımsızlığı olmadığından ne kararı bozan ne de hesap soran vardır! Devlet şirket gibi yönetilemez! Devletin şirket gibi yönetilemeyeceği, kamu yönetiminin bir bilim dalı olmakla birlikte devlet aklını işleten, liyakatli ve deneyimli yöneticiler eliyle yürütülmesi gerektiği, tüm dünyada kabul gören bir anlayıştır. Devlet kurumlarını işleten, görev ve çalışmalarını düzenleyen kuralları yok saymak, bilimi ve ilmi yok saymaktır. “Bakanlıklar ve kurumları patronun çalışanları, yasama ve yargıyı da bağlı iştirakler haline getirmek devleti etkisizleştirir.” Peki, ülke neden böyle yönetiliyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan, özel sektörden geldiği için tarzı gereği devleti şirket gibi yönetmeyi seviyor. Nitekim 16 Mart 2015’de yaptığı bir konuşmada “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir” demişti. Öyle de yönetiliyor! Bu konuda her alanda sayısız örnekler bulunmaktadır. Bir devleti ayakta tutan; temel hakların güvence altına alındığı, demokratik bir anayasa ve adil bir yönetimdir. Bir ülkede hukuk ve güven kaybolursa ekonomik istikrar da bozulur. Maliye Bakanı NEBATİ, yabancı yatırımcılara hitaben; “Merkez Bankası’nı ve politika faizini önemsizleştirdik” dedi. Hâlbuki gelişmiş ülkelerde merkez bankaları özerktir ya da bağımsızdır. ”Bir problem yaşadığınızda bize hemen ulaşırsınız. En sevmediğim konu da şu yatırımcılara zorluk çıkaran mevzuat ya da bürokrasidir. Hep beraber kavga edelim, bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda Cumhurbaşkanımız var rahat olun, mevzuatı da değiştiririz.” Bu sözler bir hukuk devleti olan Türkiye’nin bir bakanına ait olabilir mi? Katılımcılardan biri çıksa ve dese ki; “ Siz 20 yıldır iktidardasınız, bu yasaları neden değiştirmediniz? Tek kişinin sözü ile yasa değiştiren bir ülkede, tek kişinin sözü ile hak ve hukukta ortadan kalkabilir!” Ne duruma düşeriz? Hiçbir hukuk devletinde bir bakan böyle konuşmaz! Konuşsa bile sözüne kimse itibar etmez, güven duymaz. Yabancı yatırımcı şahsi güven değil, hukuki ve anayasal güvence ister. Yargı bağımsızlığını ağır hasara uğratan, yasa ve kuralları çiğnemekten çekinmeyen, toplumsal dokuyu tahrip eden, değerlerimizi çürüten, ekonomiyi sarsan ve en önemlisi de halkın devlete olan güvenini azaltan bu ucube sistem; ülkemizin soyulmasına, ekmeğimizin çalınmasına yol açmaktadır. “Dengeli ve denetimli, yani kuvvetler ayrılığına dayalı, yargı bağımsızlığını sağlayan bir başkanlık sistemi” getirilse, hak, hukuk ve adalet tesis edilse kimsenin sistemle bir derdi yoktur. Halk, “otoriter/ totaliter sistemlere doğru yol alındığı” kaygısı ve endişesini taşımaktadır. Yeni bir anayasa son derece gereklidir. Bu anayasada kanunla düzenlenecek metinler yer almamalı; Partisiz cumhurbaşkanlığı, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı yönetimi, uluslararası hukukun üstünlüğünün vurgulanması, Meclis’in denetim yetkisinin güçlendirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, yürütmenin icra gücünün artırılması ve Meclis tarafından etkin denetimi gibi temel hususlar düzenlenmelidir. Anayasalar; kısa, anlaşılır ve özgürlükçü metinlerdir. Daha çok bireyin hak ve hukukunu devlete karşı korur. Millet İttifakı’nın yeni anayasa metni,” devlete insan onurunu koruma görevi veren ve tüm sistemi adaleti, hukuk önceleyerek yeniden tanzim eden” bir anlayışı yansıtmaktadır. Lakin yetmez! Mevcut iktidarın gücünü alt etmenin yolu; halkta heyecan uyandıracak bir adayın seçimi ve birlikte bir “voltran oluşturma” stratejisinden geçiyor. Zira bu sistem de bunu zorunlu kılmaktadır. İktidar Millet İttifakı’nı farklı noktalardan vurmaya çalışmaktadır. “6’lı Masa ortak bir aday bile belirleyemedi”, “Toplanıp yemek yiyip dağılıyorlar, ortaya bir iş bile çıkaramadılar”, “Reis yine kazanacak, atı alan Üsküdar’ı geçti” gibi bir algı yaratarak psikolojik bir mücadele verilmektedir. Başka bir ifadeyle, ellerindeki basın gücü ve devlet imkânlarını kullanarak ,”Siyasi gaslighting” uygulanmaktadır. Önümüzdeki seçimde halk, CB Erdoğan’ın “tek adam yönetimi” ile Millet İttifakı’nın “Ortak akıl yönetimi” arasında bir tercih kullanacaktır. Temennimiz odur ki, milletimiz “tek aklı” değil, “kolektif aklı” temsil eden anlayışı benimsesin. Bu nasıl olacaktır? Millet İttifakı, iktidarın algı yönetimi ve itibarsızlaştırma operasyonlarına aldırmadan iyi bir CB adayı…”Ortak akıl” ile hareket eden ve iktidarın yanlış politikalarını ve yalanlarını toplum önüne net bir şekilde koyan; bilgili, birikimli ve deneyimli bir milletvekili aday kadrosu ile halkın karşısına çıkmalıdır. Bu seçim iktidarın değil, muhalefetin sınavıdır.