Seveni de var sevmeyeni.. Takdir edeni de var, hoşlanmayanı ve kıskanıp kötüleyeni.. Aslında bu hepimiz için geçerli.. Özellikle Türkiye’de insanların büyük bölümünün değer yargılarının güç odaklı merkeze kilitlenmiş duruma gelmesi, bu gücün en ağırlıklı yönünün kişisel menfaatler olması, muhakeme yeteneğinin kaybolmasına yol açmıştır.. Genel doğrular artık değerini yitirmek üzeredir.. Kişilere göre doğrular şu anda en revaçta olanıdır..Tıpkı bazıları için demokrasi anlayışında olduğu gibi, kendine göre demokrasi, kendine göre doğru istiyor.. Onun içindir ki, kendileri gibi düşünmeyenlere saygı ve anlayış yerine, husumet odaklı bir düşünce bataklığına saplanılıyor... Uzatmaya gerek yok.. Bu yönde yazılacak çok şeyler var, ama zaten ne demek istediğimi anlayan anlamıştır..Dönelim asıl konumuza.. Yani Sayın Şamil Tayyar’ın yaptığı son konuşması olan FETÖ Borsası ve ardından yaşanan gelişmelere.. Daha önceleri de benzer veya farklı konularda konuştuğu ve gündem oluşturduğu için, artık kendisi gibi düşünenlerin sayısının hiç de küçümsenmeyecek bir noktaya ulaştığı Şamil Tayyar’ın, bu iddiasıyla birlikte yaşananlara.. Net şekilde ifade etmem gerekirse, AK Parti’nin içerisini iyi bildiğimden, yakın dostlarım ve arkadaşlarımın olduğu gerçeğinden hareket edecek olursak, Şamil Tayyar’ın bu çıkışına hak verenlerin yüzdesinin hiç de küçümsenmeyecek noktada olduğunu itiraf etmeliyim.. Öyleki diğer iddialarının, hatta Ali Gür olayının bin misli tavan yapmış bir etkidir bu..PARTİDEKİ RAHATSIZLIĞI HERKES BİLİYOR ZATENDaha önce de yazmıştım, AK Partililerin önemli bölümü yani yüzde 70-75’lere varanlar, bu FETÖ uygulamasındaki eşitsizlikten, çifte standarttan rahatsız.. Ve hepsi de çok iyi biliyor ki, arada masumlar ezildi..Bürokratı, memuru, eğitimcisi, polisi, öğretim görevlileri, doktorlar, akademisyenler, esnaf ve iş adamları.. Kamuoyu kanaati eşitsizlik yaşandığında hemfikir bu uygulamalarda.. Bulaşanlar yok mu ? Elbette var.. Ama asıl mesele içinde olanlar ve aktif pozisyondakilerin durumu.. İşte Şamil Tayyar'ın bahsettiği oralara dokunulmadığı veya korunup kollandığı inancı hakim.. Gerisini zaten Şamil Tayyar söyledi ve BORSA olayı diyerekbombayı patlattı.. İşte bu düşünce hem AK Parti içerisindeki önemli bir kesimin, hemde vatandaşların beyinlerinin bir köşesine yerleşti.. Onun içindir ki, Şamil Tayyar’a hak verenler çoğunluğunu net bir şekilde gözlemliyorum..Yazımın başında belirttiğim gibi seveni de var sevmeyeni de.. Ama bu konuda Şamil Tayyar’a hak verenin yüzdesinin iyi irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum.. Örgütün ‘ihanet kısmının' kaçmasına göz yumulduğunu söylemesi, Gaziantep dahil birçok ilde ‘FETÖ borsası' kurulduğunu iddia etmesi, "Milletvekiliyim her konuşmam zaten suç duyurusudur" demesi, öyle basitleştirecek bir konu değil.. Hele final sözleri inanılmaz.. “Cumhurbaşkanımızın etrafı kuşatma altında. Bir ilçe başkanı var, ‘Benim kimseye minnet borcum yok, beni reis getirdi' diyor. İl başkanı, ilçe başkanı, il müdürü böyle konuşuyor. Çünkü verilen kararlarda siyaset iradesi yok. Vekilin haberi olmadan il müdürü atarsa o vekili ciddiye alır mı? Sonra beni buraya reis getirdi der. En yukarının da milletvekillerinin aklını devre dışı bırakan aklın, aklını alması lazım” İşte bu ifadeler, AK Parti içerisinde zaten var olan rahatsızlığı, Şamil Tayyar’ın haklı olduğu noktasına taşıdı..BEN OLSAM GİTMEZ KALIRDIMBu haklılık düşüncesi, Sayın Hayati Yazıcı’nın, Mustafa Elitaş'ın benzer sözlerle Şamil Tayyar için “Talihsiz bir açıklama, siyaset sorumluluk gerektirir. Siyasete girdikten sonra her istediğini, her duyduğunu, her ortamda söyleyemezsin. Varsa somut olarak duyumlarınız savcılığa götürürsünüz, Genel Başkan’a götürürsünüz, partiye getirirsiniz. Bunu bir söyleme dönüştürmenin siyaset tarzımızla bağdaşır bir yanı yok ”diye konuşmasına hak verenlerin sayısından çok daha fazla olduğu gerçeğini gösterdi.. Sayın Başbakan’ın da değerlendirmesi oldu ama, AK Partililer başta olmak üzere vatandaşların kafasına yerleşen tek şey, Şamil Tayyar’ın sözleri oldu..İşte tam bu ortamda Başbakan Binali Yıldırım’ın Gaziantep’e gelişinde, Şamil Tayyar’ın karşılamada ve kongrede olmayışı dikkat çekti. Yazdık bu konuyu ama sonra gelen bilgide, eşinin rahatsızlığı için acilen Ankara’ya gitmek zorunda kalışı gerekçe gösterildi.. Saygım var elbette, bu tür hassasiyetlere karşı.. Ancak Babası vefat ettiğinde mezarlıktaki defin töreni sonrası gazeteye gelerek haber yazan Ökkeş Özekşi olarak, Sayın Tayyar’ın ne olursa olsun, Gaziantep’te olması gerektiğini düşündüğümü mutlaka söylemeliyim..Kimbilir gelseydi salona, o boşluğu ve ilgisizliği görseydi, mutlaka eleştirir ve bunun sebeplerinin sorgulanmasını isterdi.. Son olarak, özellikle siyasi stratejilerde duyguya yer olmadığını düşünenlerden birisi olarak şunu mutlaka belirtmeliyim; Velevki böyle bir durum hasıl olmuş ise, sosyal medyada, önceden eşinin rahatsızlığı nedeniyle aniden gitmek zorunda kalışını belirten küçük bir mesaj atılması, bu spekülasyonun önüne geçilmesini sağlayacaktı..Ki Sayın Tayyar bunu en iyi yapanlardan birisi.. Olmadı tabii.. Sonuçta ‘paparayı yedi, azarı işitti, dikkati çekildi, ortalıkta gözükme’ ALGISI, "tepki gösterdi ve karşılamaya gitmedi" algısın önüne geçti.. İşte tam da burada, Victor Hugo’nun “Senin denizlerde hangi dalgalarla boğuştuğuna bakmazlar, gemiyi limana ulaştırıp ulaştıramadığına bakarlar” sözleri aklıma geldi..

UYUŞTURUCU VE HIRSIZLIK İÇİN ARTIK ÇOK GEÇBiliyorsunuz yıllardır bu konuya gündeme getiririm. Ateş Buz olayını Gaziantep’e ilk duyuran ben olmuştum.. Dikkat çekmiş ve tedbir alınmadığı takdirde bu şehrin başına bela olacağını dile getirmiştim.. Bataklık kurutulamasa da, en azından alanının küçültülmesi için çalışmalar yapılabilinirdi.. Maalesef her sorunda olduğu gibi, bu uyuşturucu konusunda da sübjektif yaklaşım sergilendi.. Meseleye hep yüzeysel yaklaşıldı. Bu güne kadar uyuşturucu konularında ahkam kesen ama çözüm adına asla gerçekçi olmayanların görüşleri dikkate alındı. Çözüm üretilemedi. Üretilenlerin asla çare olmayacağı görülemedi.. Ve Gaziantep öyle bir noktaya geldi ki, başıboşluktan okul köşelerinde torbacılar cirit atmaya başladı. Çocuklara oyuncak veya şekerleme adına içinde uyuşturucu olan maddeler satılmaya başlandı. Ne acıdır ki, bunlar gittikçe çoğalıyor..Bakın işte neler olduğunu son taksi durağındaki cinayette gördünüz, şahit oldunuz.. Bu aslında uyuşturucu gerçeğinin içinde bir toz zerreciği.. Zavallı baba, oğlunu uyuşturucuya alıştıran taksi durağında çalışan şoföre gidiyor ve “oğlumu zehirleme”diyor.. Oysa normalde polise gitmesi lazım babanın.. Ama gitmiyor ve sorunu kendisi çözmek istiyor.. Sonuç belli, baba da oğlu da oradaki tüfekle öldürülüyor.. O kadar çok tartışılması gereken bir olay ki bu, Gaziantep’in bu durumdan kurtulması için zincirin halkaları gibi çözülecek bir vaka.. Ama bu da diğerlerinde olduğu gibi, öylece kalacak. Uyuşturucu satıcıları taksicilerden sonra kahvehanelerde, cafelerde ve birçok iş yerlerinde su gibi satılmaya devam edecek..10 SENE ÖNCEKİ POLİS KADROSU, HALA
AYNI İSE GERİYE SÖYLENECEK NE KALIYOR KİBu şehirde Hırsızlığın da aynı uyuşturucu gibi olduğunu söylemeliyim.. Çare bulunamıyor.. Önüne geçilemiyor.. Yakın bir gelecekte, herkes elinde bir silah veya tüfek ev ve işyerlerinde nöbet tutacak hale gelecek.. Kameralar da çare üretmiyor artık. Yakalansa bile ertesi gün bırakılan bir sistem var.. Asıl vahim olanı ise bu şehirde polis ve Jandarma kadrosunun yetersizliği. Sadece polis olarak baktığımızda, Gaziantep’te 10 sene önceki polis kadrosu hala aynı duruyor.. Şehrin nüfusu 10 sene önce 1 milyon 500 bin civarında idi, şimdi Suriyeli nüfusuyla birlikte 2 milyon 700 binlere ulaştı.. Ve Gaziantep’te 10 sene önce 5 bin civarında olan polis kadrosu hala aynı.. Bunu da belirtiyor ve üzülerek “emniyet ne yapsın” demek zorunda olduğumu ifade ediyorum.. Kısacası, Gaziantep’te şu anda Uyuşturucunun da, hırsızlığın da önüne geçilmesi mümkün gözükmüyor sevgili okurlarımız..TİCARET ODASINI SEYREDİYORUMSayın Mehmet Aslan döneminin bitişiyle, o müthiş atmosferini kaybeden, odanın tarihine ihanet gibi bir yönetim anlayışıyla kısa sürede pasifleştirilen Ticaret Odasının seçimi var yakında.. Hareket var ama, kalite var mı, şimdi bu tartışılıyor.. Gaziantep’te denge unsuru olmaktan uzaklaştırılan, temsiliyet noktasında bir kenara itilecek hale getirilen, kentin ve üyelerinin sorunlarından çok, küçük hesapların yapıldığı yer haline getirilen Ticaret Odasının bu seçimi, bir üyesi olarak beni hiç heyecanlandırmıyor.. Çünkü artık havası kaçan gazoza döndürüldü.. Tekrar eski itibarı ve saygınlığı kazandırılır mı bilemem.. Bildiğim tek şey, Sanayi Odasının çizgisini bozmayışı, temsiliyet noktasında zirvede oluşu… Görmek istediklerimizin Sayın Nejat Koçer ile başlayan farklılığın, Sayın Adil Konukoğlu tarafından gerçekleştirilip zirveye taşınması..

HEPİNİZE İYİ HAFTALAR