Ekonomi alarm verirken, ölümle yaşam arasında preslenen Türk halkının sıkıntısı da büyüyor. Ancak bilinen bir şu var ki, ülkeye hükmeden mutlu azınlığın mutluluğunun devamı için mutsuz çoğunluğun mutsuz olmaya devam etmesinden başkaca bir çıkar yol yok. Zira sınıflar arasındaki egoistik çelişki giderek katmerlenirken, satın alma gücü doğru orantılı olarak derinleşiyor. Bu finansal denklemin karşılığı, Türk halkının giderek fakirleştiği, toplumun ezenler ve ezilenler olarak iki kutuplu bir düzene doğru hızla sürüklendiğidir. Halbuki Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin dayandığı ekonomik payandalar Halkçılık ve Devletçilik gibi iki temele dayanıyordu. Anılan bu temeller sosyal devrimlerin esin ve ilhamını oluşturuyor, Anayasal kimlik Türk halkını imtiyazsız ve sınıfsız bir millet olarak tanımlıyordu. Önce kamusal taşınmazlar yok pahasına elden çıkarıldı, yüzyıllık Cumhuriyetin manevi mirası olan KİT’ler yağmalandı. Liberalleşme uğruna devlet ekonomiden tamamen çekildi. İleri Batı ülkeleri hala belirli oranda kamu ekonomisini yedeğinde tutarken, Türkiye’nin ekonomik hayatı, üretimden tamamen çark ederek, tüketim ekonomisini tercihte karar kılındı. Ülke çeyrek asırda dünyanın ithal cenneti haline geldi. Tahıl ve hayvancılık başta olmak üzere üretmeyen, hazır yiyici bir topluma evrilen Türkiye, tamamen dışa bağımlı bir anti- üretici ekonomik sistemle iyice köşeye sıkıştı. Deneme yanılma yöntemiyle ekonomiyi dizayn etmeye çalışanlar günü birlik ekonomik politikalarla bir taraftan enflasyonla, diğer taraftan döviz kurunu dengelemeye çalışsalar da nafile. Maaşınızı dövizle mi alıyorsunuz” anlayışı “IMF’ye borç veriyoruz” çelişkisiyle ülke savruladursun, bir de pandemi belası var ki kayıp bir yıl olarak 2020’yi aratacak bir 2021’in de kapıda beklediğinin habercisi gibi. Ekonomik daralmayla birlikte intihar vakalarının, bozulan aile yapısının, toplumsallıktan uzaklaşarak ve giderek şahsileşen bir sosyal dokunun “gemisini kurtaran kaptan” şiarıyla iyice çığrından çıkarak sokakları hareketlendirmesi uzak bir ihtimal değil. Günümüzden 21 yıl önce bir seçim konuşmamda, “Hakça bir bölüşmenin olmadığı bir toplumda, toplum barışından bahsedilemez” demiştimBu yalın gerçekliği özce, bizce ve Türkçe olarak “Biri yer, biri bakar. Kıyamet ondan kopar” zeminine oturtmuştuk.Bugün aynı noktadayız. İhtiyaçlar keyfiyeti bozar. Halk aç ve açıktayken çiçeklere basmayın diyemezsiniz. Çiğner geçerler.