Sol görüşlü arkadaşlar hem sayıca kalabalık, hem de son derece aktif arkadaşlardı. Kasabada Alevi ve Sünniler karışık olarak yaşamaktaydı. Ancak Sünniler çoğunluktaydı. Celal Sağır isimli arkadaşımız o tarihlerde yasak olan Nurculuk toplantıları yapıyordu. Nur külliyatının tamamı kendisinde mevcuttu. Buna karşılık sağlık ocağı çalışanları ile belediye başkanı sol arkadaşların tarafındaydı.

Bir gün kasabanın Maraş'a giden otobüsünde sol görüşlü arkadaşlardan birisi vatandaşın okumakta oldu Tercüman gazetesini elinden çekip almış, yırtıp parçalamış ve yere atarak tepelemişti. Bu kadarla da kalmamış;

-Allah yoktur. Gelin ben size Allahın yok olduğunu ispat edeyim, demişti.

Bu olay kasabada büyük bir gerginliğe neden oldu. Bundan sonra da belediye başkanının oğlu teneffüs saatinde okula gelmiş, milliyetçi arkadaşlara küfür ederek sataşmıştı. Bu olayların dedikodusu kasabanın gündeminden düşmedi. Bir perşembe günü bana el atından haber iletildi.

''Yarın yani Cuma günü siz okulda bulunmayın'' deniyordu.

Okulda sabahçıydım zaten. Olacakları tahmin etmiştim. Cuma namazı vaktinde sabahçı devre paydos edildi. Evime geldim. Kulağım dışarıdan gelecek seslerdeydi.

Cuma namazı sırasında imam cemaate şöyle bir öneride bulunmuştu.

-Okuldaki bir öğretmen Allahın yokluğunu ispat edecekmiş. Namazdan sonra dağılmayalım. Hep birlikte okula gidelim. Allahın yok olduğunu bize ispat etsin. Edemezse hesabını soralım…

İmamın dediği doğrultuda namazdan çıkanlar okulun önünde toplanmıştı. Kalabalığı gören müdür hemen okulun demir giriş kapısını kilitlemiş ve bütün öğretmenler üst kata çıkmışlardı.

Kalabalık okulun kapsını zorlamış ama açamamış. Üst kattan okul müdürü ne istediklerini sormuş. İlgili öğretmenin adını verip;

-O hoca aşağı gelsin. Bize Allahın yok olduğunu ispat etsin, demişler.

Karşılıklı tartışma ve sataşmalardan sonra okula dışarıdan gelen bir iki öğretmeni de hırpalamış ve dağılmıştı kalabalık. Olanları habercilerim yanıma gelerek bütün detaylarıyla anlattılar.

Postane okulun yanındaydı. Olayları gören postacı hemen Pazarcık jandarmasını arayarak durumu anlatmıştı. Bir saat kadar sonra iki araç dolusu jandarma kasabaya geldi. Önemli noktaları tuttular. Komutan ilgili taraflarla görüşmelerde bulunarak onları uyardı. Celal Sağır'ı beni ve bizimle yakın irtibatta olan birkaç vatandaşı alarak Pazarcık'a götürdüler. Karşı taraftan da aynı şekilde bazı kişileri almışlardı.

Olay savcılığa yansıdı. Herkesin tek tek ifadeleri alınmadan önce her iki taraf da torpil yapmak için hatırlı kişileri devreye soktular. İfadeler alındıktan sonra kasabaya döndük. Ancak artık gerginlik had safhaya ulaşmıştı.

Milli eğitim müdürlüğü de soruşturma başlattı. Tabi ki, öğretmen arkadaşlar bu olayların tahrikçisi ve hazırlayanı olarak Celal beyle benim adımı vermişlerdi. Bir yandan da idari soruşturma devam etmeye başladı.

Trabzonlu bir müfettişimiz vardı. Kendisiyle Büyüktatlar soruşturmasında tanışmıştık. Muhtarın odasında, müfettişin yanında muhtarla baş azaya ve diğer ilgililere sert şekilde rest çekmiştim. Müfettişimiz o restin etkisinde kalmıştı. Soruşturmayı yaparken ifade sırası bana geldiğinde çantasından bir dosya kağıdı çıkarıp masaya indirdi.

-Şimdi ben ne diyorsam aynısını yaz, dedi.

Kendisi söyledi ben yazdım. İfademi alıp çantasına koyarken de;

-Kaygılanmana gerek yok. Seninle ilgili olarak soruşturmaya gerek olmadığını rapor edeceğim ve konu dışında kalacaksın demişti. Yaşıyorsa kulakları çınlasın…

Mahkeme devam etti. Yaz tatilinde gelen mahkeme çağrısı nişanlımın babasının eline geçmişti. Nerdeyse nişandan döneceklerdi. İki yıl sonra takipsizlik kararı geldi.

Düzbağ'ın tadı kalmamıştı artık. Silah taşımaya başlamıştım. Her an ne olacağı belli değildi.

Yazar İletişim

[email protected]

TLF: 0535 836 16 82