Dünyanın en büyük, ülkemin en önemli, şehrimin ise en kritik ve en can alıcı sorunlarından biridir, niteliksizleşme!

En önemli iki nedeni ise; eğitim sistemi ve yanlış istihdam politikasıdır.

Kimileri vasıflarına ve kapasitelerine göre değil, el öpme, yandaşçılık yaparak göze girme ve dayı yarıştırma gibi çalışmalarda profesyonelleştikleri için hak yiyerek ulaştıkları pozisyonların doğal olarak hakkını veremiyor ve hizmet kalitesinin düşüşüne neden oluyorlar.

Kaynaklarını ve haklarını sonuna kadar kullandıkları pozisyonların sefasını niteliksizler, cefasını ise hep birlikte bu niteliksizlere maruz kalan toplum olarak bizler çekiyoruz.

Üstelik bir de sorunlu olan, ezber odaklı, teoride beyin çürüten ve hayal yok eden pratikte hep eksik kalan bir eğitim sistemi varken, girişimciliğini de her türlü olumsuz söylemle yok etmeye çalıştığımız insanımız arafta kayboluyor, özgüven sorunu yaşıyor ve aktif üretim konusunda ağır kalıyor.

Eğitim sistemimiz bireyi çok erken yaşlarda belli bir takım değerlendirmelerle yeteneklerine göre konumlandırmadığı ve yetenek yönetimi ile kariyer planlama politikasına sahip olmadığı için bir çok insanımız sevmediği meslekler de daha az üretim potansiyeli ve motivasyonu ile hizmet veriyor millete.

Halbuki bir kişinin kişisel özellikleri, yetenekleri ve potansiyeli bir işi yapabilmek için uygun değil ise, almış olduğu eğitimin ya da eğitimlerin de hiç bir anlamı olmuyor.

Sabırlı ve insancıl olmayan birinin öğretmen olması,

Detaycı ve dikkatli olmayan birinin dedektif olması,

Soğukkanlı ve otoriter olmayan birinin hakim olması,

Cesur ve konuşkan olmayan birinin avukat olması,

Risk almayan, girişimci ve yenilikçi olmayan birinin ticaret insanı olması,

Fiziksel kondisyon ve disiplinli bir yaşam felsefesine sahip olmayan azimsiz birinin sporcu olması,

Sesi ve müzik kulağı olmayan birinin müzisyen olması,

Mimiklerini kullanamayan, gözlemci olmayan birinin oyuncu olması,

Rakamları sevmeyen, analitik düşünemeyen ve seri hareket edemeyen birinin muhasebeci olması,

Kan korkusu olan, üst düzey dikkat ve belleğe sahip olmayan, hoşgörüsüz birinin doktor olması,

Dinlemekten ve farklı insanlarla tanışmaktan keyif almayan, yüksek bir analiz yeteneği olmayan birinin psikolog olması,

Ve bireysel çıkarlarını toplumsal çıkarlarının üzerinde tutabilecek kadar bencil ve sığ olan, vizyon sahibi olmayıp kitap okumayan, duruşuyla konuşmasıyla örnek olamayan birinin lider olması gibi saçma oluyor ve eksik kalıyor.

Dolayısıyla toplumda ortalık vasat uzman, vasat yetkili, vasat yönetici, vasat unvanlılar kaynıyor!

Olumsuz tepkilerle arafta kalan girişimci kendini araya dursun, fırsatçılığın kitabını yazan, aklı fikri her türlü gereksiz işe çalışan lüzumsuz işler başkanı tipler de boşlukları doldurma, kaybolanların üzerine beton yığma konusunda aktif çalışmalarıyla hakkı olmayan pozisyonlarda hakkı olmayan maaşlarda kör zihniyetlerini büyütmeye başlıyorlar .

Bu büyümenin sonunda hepimizin şaşkınlıkla tepkiler vermesine neden olan malum durumlar ortaya çıkıyor.

Bu insan nasıl müdür olmuş?

Bu insan nasıl öğretmen olmuş?

Bu insan nasıl imam olmuş?

Bu insan nasıl başkan olmuş?

Bu insan nasıl yönetici olmuş?

Bu insan nasıl doktor olmuş?

Bu insan nasıl gazeteci olmuş?

Bu insan nasıl mimar olmuş?

Bu insan nasıl mühendis olmuş?

Gidiyor da gidiyor bu liste!

Eğitimle uzaktan yakından alakası olmayan öğretmenler, müdürler, eğitimciler, imanla, inançla bağdaşmayan imamlar, din adamları, hocalar, liyakat ve adaletle aynı paydada bulunmak bir yana, aynı satırda yan yana bulunamayacak kadar bu önemli kavramlara uzak yöneticiler, başkanlar, yönetmenin ve organizasyonun bırakın yapısını, sözlük anlamını tam olarak bilmeyen yöneticiler gördükçe millet, algılamalarda bir takım bozulmalarla kurumlara, sistemlere güvensizlik sorunu yaşıyorlar nihayetinde.

Akabinde itibarsızlaşma ve niteliksizleşme de kaçınılmaz oluyor.

Oysaki her şey yine bizim elimizde.

Karanlığa kızıyorsak mum da yakacağız elbet.

Niteliksizleşmeden kaynaklanan haksız her türlü muameleye, kalitesiz her türlü işe, adaletsiz her çeşit yaklaşıma sesimizi duyuracağız, düşüncelerimizi ifade edeceğiz ki, kaliteye ulaşabilelim.

Maske mi pahalı?

Git şikayet et.

Hakkın olan hizmeti alamıyor musun?

Git şikayet et.

Mobbing mi gördün?

Git şikayet et.

Kaçak mı var?

Git şikayet et.

Kira mı yüksek?

Git şikayet et.

Can güvenliğin mi tehlike altında?

Git şikayet et.

Önce önlem al, sonra "takdir-i ilahi" de.

Bilinçli tüketici ol.

Araştır.

Ses ver.

Varlık göster.

Değer kat.

Sorgula.

Anla.

Mücadele et.

Takipçi ol.

'Bir benle ne olur" deme!

Bir senle çok şey olur.

Bir senle dünya durur!

Bir senle kötülük kurur.

Bir benle ne olur deme!

Bir senle Mehmet Akif can bulur satırlarda, "Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" diye haykırır vurgularında.

Bir benle ne olur deme!

Bir senle belki biri farkında olur.

Bir senle çok şey olur.

"Ne olur" deme, ne olur.

Ortalamayı aşağıya çekince mutlu olanlarsa kendilerini kandıranlardır.

Onlara fazla takılmamak gerekiyor zira insan kendine layık olana kendi karar verebilme yetisine sahiptir.

Kendini layık gördüğü eğer o ise yapacak bir şey yok demektir.

İnsanlar, sorgulama becerileri ve düzeylerine göre itimat görür, inandıkları doğruları savunma direncine göre değerlendirilirler.

Yoksa her alanda kebabı çok sevilen hayvanın unvanına layık görülmekten öteye gidemez kimse.

Sorunları sıraladığımız zaman bu her yerde var yaklaşımları acizlik göstergesidir.

Bu tür kimselere söz söylemek ise kör kuyularda ses vermektir.

Kör kuyulara israf edecek tek bir kelimem dâhi yoktur. Ancak satırlarımdaki hakikate kulak verene, sözlükler dolusu anlatacağım çoktur.

Gerçek şu ki; bir görünen ve bir de görünmeyen vardır.

Görünmeyeni herkes algılamaz, algılasa bile algılamamış gibi yapar.

Her şeyin ucunun bu denli birbirine bağlandığı bir şehirde, insanlar gönüllü kumdan kale oynarlar.

Ama kaleler bir dalga ile yıkılmaya mahkumlar.

Çünkü gerçeklerin karşısında en büyük kurgular bile asla dayanamazlar.

Bakınız ne diyor Ahmet Köklügiller,"Kime Aydın denir?" isimli kitabında.

"Çalışmalarım sırasında gördüm ki ne de çok aydın türü varmış, şaşıp kaldım: Kapıkulu aydın, medreseli aydın, Osmanlı aydını, naylon aydın, gerçek aydın, işbirlikli aydın, sözde aydın, çıkarcı aydın, dönek aydın, liberal aydın, halktan aydın, Marksist aydın, kapitalist aydın, burjuva aydını, fırsatçı aydın, çıkarcı aydın, Batılı aydın, çağdaş aydın.

İşin kötüsü, bunlar kendilerini aydın diye tanıtıyorlar. Önemli bir toplam kesimi onları öyle biliyor. Alkışlıyor ; el üstünde tutuyor.

Gerçek aydın: tutarlı, ilkeli insandır. Esen rüzgara göre eğilip bükülen, çıkarlarına göre davranan aydın olamaz; olsa olsa dönek olur."

Bir şehrin aydınları, o şehrin öncüleridir.

Her durumda ve her ortamda hatayı söyleyen, doğruya teşvik eden, toplumlara özgün duruşuyla yol gösteren, en nitelikli kişisidir.

Şehrimin aydın insan kapasitesindeki zafiyeti, kimi aydınlarının da sessizliği ve zaman zaman "Aydın" tanımı ile alakasız paylaşımlar ve tutumlar sergileyen, yazarın da belirttiği gibi adı aydın sanı gösteriş paralel evren ürünleri, her ne kadar varlıklarıyla karamsarlığa kapılmamıza neden olup, çoğunlukla bu böyle gelmiş böyle gider hüsranlarını yaşatsa da bizlere, her şey bizim elimizde, her şey sizin elinizde.

Gerçek bir aydın olma çabasıyla önce kendi çevresine, şehrine sonra da ülkesine katkıda bulunmak da, nitelikli tutumlar geliştirmek ve buna olanak sağlamak da, niteliksizleşme karşısında önlem almak da, niteliksizleşip ortalama üzerinden sevinip balondan dünyalar da nefes almak da.

Niteliksiz olmamak için, nitelik siz olacaksınız.

Çünkü nitelik sizsiniz Gaziantep.

Önemli Not; Överek uyutan çok memlekette, bize eleştirerek uyandıran gerek.

Algısı kıt, cahiller değil, algısı açık, girişimci aydınlar gerek.

Yargılayarak okuyan değil, anlayarak okuyan özgünler gerek.

Ben bilirimci egoistler değil, ileri görüşlü liderler gerek.

Tarlacı taklacılar değil, duruşlu doğrucular gerek.