“Ormanda kaçacak yeri kalmamış gözleri yaşlı geyik yavrusu gibi duyumsadım kendimi. Her an inecek pençelerden korkan, hep camdan dışarı bakan geyik yavrusu”. Sağlam cümleler, ayağı yere basan bir anlatı, diline hakim bir kalem ve müthiş imgelem. Daha nasıl yazılabilir diye düşündüm. İşin içinden çıkamadım. “Kadının adı yok”tan bu yana, kadının adını var eden ne çok kitap çıkmıştır kimbilir. Ne çok bildiri, ne çok makale, ne çok hamasi nutuk ve ne çok eylem. Sözün kendini bitirdiği yerde bu kez "şiir Kadın Saçlar” ve Nalan Çelik var. Akıl ve cesaret birleşmiyorsa gerisi laf-ı güzaf benim için. Nalan Çelik bu iki temel olgunun yanına bilinci ve güzelliği koyuyor. Güzel kadınları seven, ancak güzel işçi kadınları daha çok seven gök gözlü şairin torunu olmak kolay mı? Ancak bunu başaranlarda yok değil. Nalan Çeliik bu haliyle Nazım Hikmet'in torunu olduğunu kanıtladı. Ancak onun tek sancısı Duygu Asena kadar şanslı olmadığı gerçeği. Duygu'yu besleyen yaygın medya, onu daha popüler kıldı. Fakat edebiyat daha farklı ve daha ağır koşulları, sorumlulukları olan bir saha. Nalan Çelik bu manada daha ağır bir yükün hamallığına talip. Bu kulvarda ancak maraton koşacak kadar nefesi ve sağlam ciğeri olanlar koşabilir. Nalan Çelik birilerine yaslanmadan yürüyen “Hiç durmamak üzere yürüyenler asla ve asla yorulmazlar” şiarına uygun yürüyüşünü tempolu koşuya dönüştürmek üzere olan bir yazar olarak karşımızda . Ve kitabında son çığlığı yine kadınlar için “Canlanın kadınlar. Kaplumbağı yaşamını bırakalım. Yaşlılığın saygın cilası üzerimize sıvanmadan harekete geçelim. Çünkü o saygın cila, cinselliğimizden, kadınlığımızdan, insanlığımızdan caydırıldığımız gündür. Yaşamın her alanında ataerkil düzenin, sınışı toplumun... Kardeşi ölüm, kol geziyor sinsice. 8 Mart sürü kadınının değil, emekçi, başkaldıran kadının günüdür. “Gününüz ölümsüz olsun”. Simonede Beauvoir'den, Antik Yunan'a varıncaya kadar kadını sorgulayan yazar, okuruna yepyeni ufuklar kazandırıyor. Deikteriades'ler gündüz caddelerde dolaşamıyorlardı, özel elbiseli bu köle kadınlar bir yana, 2500 yıl sonra Deikteriades olmayan kadınlar dahi ne kadar rahat ve özgürce dolaşabiliyor caddelerde? “Kadın sırasıyla babasının, kocasının, oğlunun vesayeti altında bir nesne olarak yaşamını sürdürürdü” bugün durum daha mı farklı? Aynı kulvarda Meryem Fehime Oruç'un, “Ayağa Kalkan Kadın” şiiri var. “Kadın” dendi mi takılırdı soluğu/itlerin istilasına uğrardı bedeni/ sürekli duyardı/”sopayla güdülen sıpa soyundandı/binlerce yılın kalınlığındaydı derisi”/ girip resmi tarihe/öğrenmişti adlarını/ “kız” oyuncaktı/ “kadın” oynaş/ “karı” herkese köle/ utancından girdi kalbine erkeğin/”vereceksin”i duydumu/başlardı işkencesi/ donardı kanı/ ölümü özlerdi/ martın sekiziydi yüreği gök karası/ dostunun şimşeğiyle/yağdı meydana / oyuncak, oynaş, köle. El ele idi / utandı erkek aklından / tomurcuklandı kadınlığı / söktükçe erkek aklını / güçlendi filizleri kökleri / fırtınanın bombanın / istilasına uğrasa şimdi / kalan parçacıkla, külle, kendini, diğerini yaratabilir.” Kitabın bütününü arka kapakta okuyalım. Bir geri plan tasviri olarak yazarın kendi bireyselliğinden toplumsallığına açılan kapıdan hep birlikte girelim. “Çok sevinçliydim, siyah gür saçlarım güneşte kızıl parıltılarla uçuşuyordu. Bir akşam üzeri pendik sahilinde ailemle yürüyüşe çıkmıştık. Kız kardeşimle önden yürüyorduk, annemle babam arkadaydılar. “Öfff kızın saçlarına bak” dedi genç bir erkek. Babam; anneme kardeşimide alıp eve gitmesini söyledi. Beni elimden kavradı,kolumu koparırcasına sokakların içinden sürüklüyordu. Kendimi bir kadın kuaförünün koltuğunda buldum. Babam kuaföre öfkeyle konuşuyordu. “Saçını öyle kısa, şekilsiz keski ne şekil verebilsin nede kimse yüzüne baksın, yoksa bela olacak başımıza”. Serpilmek bela olmaktı. Evleninceye kadar kısa, şekilsiz saçlarımla dolaştım. Evlenmem babam için beladan kurtulmaktı. Evleninceye kadar saçlarımı uzatmama izin verdi. Ona göre kendisi beladan kurtulurken evleneceğim erkek belayla uğraşacaktı”. Kadına ait nesnel gerçekliği çoğu zaman bir cisme indirgeyen ve onu “hakkında karar verilen ve başka söze hacet olmayan” bir metaya dönüştüren, çoğu zaman toplumun baskıyla kurduğu ve korkuyla beslediği yaptırım gücü olmuştur. “şiir Kadın Saçlar” kitabına Nalan Çelik'in aldığı bir diğer şair Nursen Ural “Üç Bilinmeyenli Denklemim adlı şiirinde bu gerçeği dizede tasarrufu gözeterek ancak derinliğine anlamlar yükleyerek şiirleştiriyor. “tanımım/ parçalanmış üç bilinmeyenli denklem/ bileşeni:/ erkek için var olmamda kesişir, tanımım:/ Kadınım/ örtü altında kıpraşır, çıplaklığımda dikizlenir/ sergilenir bedenim/ beyaz sayfada karalanmış/eril egemenlikte zehirim/ devredilirken kocaya/ zehirim kesmeli panzehire/şartlı özgürlük tavsiyesi/fısıltıyla haykırılır kulağıma/”yatakda kocanın orospusu,/sokakta namusu olacaksın/unutulmadan iki sözcük daha eklenir / ”Dölvereceksin” /tanımım: / birden üç olur./Kadınım/ anayım / kutsalım. / Üç bilinen denklemin;/ patenti kimin.” 18.yüzyıla kadar kiliselerinde “Kadın insanmıdır?” tartışmaları yapılan günümüzün evrensel değerler şampiyonu Fransa'dır. Diğer Avrupa ülkelerinde durum pek farklı değildir. 1789 Fransız Devrimiyle öne çıkan iki kadından biri olan Olympe de Gouges kadınlığından önce insandır, ancak giyatinde hayatı son bulur. Theroigne de Mericourt ise Saint Antonie varoşlarında kadınlara cesaret ve yiğitlik telkin ediyordu. Ancak oda sonunda aklını yitirdi ve bir hapishanenin duvarlarına başını vura vura öldü. Nalan Çelik'in kitabına ait bu tarihsel ve sınıfsal yolculuk kadının kurtuluşuna uzanan yolun akıl ve cesaretle katedileceğinin envareleriyle dolu. Ancak bilinç ve güzellik cabası. Çünki orada kadının kendisi var. Binlerce yıllık anadolu medeniyetinin toplamı saydığım birikim adına Nalan Çelik'i kutluyor, yaşadığı çağa ışığını veren bilgeliğine saygılarımı gönderiyorum.