Seni temin ederim ki bu zehri düşmanıma bile tavsiye etmem…

Ben bunun ne kadar kötü bir şey var mı biliyorum… Çünkü tecrübeler ne anlatılabilir ne de yazılabilir. Sadece yaşanabilir.

Ben ateşin tadını yanarak öğrendim. Ailem oldukça varlıklı. Dünyada yaşayabileceğim her türlü zevki yaşadığımı, bu genç yaşıma çok şeyi sığdırdığımı düşünüyordum.

Oysa yaşadıklarım rezaletten başka bir şey değildi. Maddi olarak her şeye sahiptim ama iç dünyam öyle değildi. Yoksuldum. Yetersizdim. Acizdim. Acınacak bir haldeydim. Sen hiç sabahı gelmeyen dondurucu kış gecelerinde terledin mi?.. Ya da bunaltıcı Temmuz sıcağında üşüdün mü? Peki, en sevdiğin yemeği yerken için dışına çıktı mı?.. Sen, hiç kalabalıklarda kendini yalnız hissettin mi? Sen kaç defa içindeki çiçeğin yanardağa dönüştüğünü sandın.

Benim gibi eroinman insanlar kriz anında böyle olurlar işte...'Mehmet'e diyecek bir şeyim yoktu artık.

Bu şubede öğrendiklerim ve gördüklerim hayatın ne kadar acımasız olduğunu göstermişti bana. Kolundaki iğne izleri yüzünden gelinlik giyemeden ölen kızlarımızın dramının, gazetelerin üçüncü sayfalarında küçücük bir haberle anlatıldığı günlerde, uyuşturucunun giderek ülkemizi ne denli tehdit ettiğini hepimiz idrak ediyoruz.

Mehmet de evli ve çocuk hasreti çeken bir baba adayıydı. Yakında bebekleri olacaktı. Fakat eroin Mehmet'in yüzündeki ışığı almıştı. Onun için, varsa yoksa günlük üç veya beş gram eroin temin etmek, en azından uyuşturucu krizine girmemek en büyük dileğiydi… Mehmet, bu illete nasıl itildiğini açıkça anlatmaktan çekinmiyordu. Önce sigara, ardından alkol, hap, esrar ve sonrasında eroin… Arkadaş çevresi, gruptan dışlanmak korkusu…

İkram ve birbirini takip eden zehirler dizisi. Yani finali güzel olmayan bir hikaye gibi…

İnsan bu anlatılanlara ilk bakışta inanmak istemese de acı ama gerçek bunlar… Her seferinde bana hitaben; 'İsa Abi bir şeyler yapmalı…

Bu gençleri zararlı alışkanlığa iten sebeplerden korumalı… Ben düştüm, başkaları düşmesin…

Ben yandım, diğer gençler yanmasın… Şimdiye kadar bu illet için milyarlar verdim zehir tacirlerine… Sırf krize girmemek için. Benim sonum ölüm. Bu ölümün nasıl olduğu artık önemli değil. Bir parça eroin için her şeyimi feda edebilirdim. Eroinsiz zamanlarımın tamamı ruhsal, bedensel krizler ve kötü acılar ile geçti. Aileme ve kendime çok zarar verdim ve vermekteyim. Yapayalnızım ben artık. İçinde boğuştuğum bataktan beni çekip alacak birileri de yok artık. Biliyorum, benim sonum kapkaranlık ve ölüm benim çok yakınımda. Fakat benim anlayamadığım bize zehir satan insanlar. Gözlerini para hırsı bürümüş satıcılar… Bizim gibi insanları düşünmezler mi bunlar?..'

Bir gün sabah dokuz sıralarında, bir parkta, bir şahsın yerde yattığını ve ağzından köpük geldiğini bildiriyorlar şubeye… Yani eroine bağlı bir olay...

Ekip olarak bölgeye intikal ediyoruz. Bakıyorum, yerde yatan şahıs Mehmet'ten başkası değil. Bir an kendimi boşlukta ve çaresiz hissediyorum. olumsuz bir psikoloji içerisinde tüylerim diken diken olmuşken, sanki Mehmet, kendisini bekleyen sonu bilerek anlatmıştı. Ne gariptir ki; Mehmet öldükten birkaç gün sonra, bir bebekleri dünyaya gelmişti. Oysa her insan dünyaya gelirken ailesine binlerce watt umut ışığı aşılamıştır. Beni düşünceye sevk eden şey, o bebeğin gözlerindeki ışığı babasının göremeyişi idi. Asıl beni kahreden duygu bu idi. Mehmet hayatını kaybettikten sonra, bana 'uyuşturucuya karşı bir şeyler yap' sözünü bir vasiyet kabul ettim.

1997 yılında, 'Uyuşturucuya karşı bu mektup sizin' isimli kampanyayla uyuşturucunun zararlarını anlatan binlerce mektubu çoğaltarak, okullara, ailelere, sivil toplum kuruluşlarına ve çeşitli vilayetlere dağıttım. Ardından, okullarda 'Medyada Uyuşturucu Vahşeti' isimli karikatür ve gazete kupürlerinden oluşan eğitim amaçlı sergiler açtım.

Mehmet'in ölümünün ardından yaptığım faaliyetlerden sonra, mektup ve sergi çalışmalarımı medyadan takip eden, ülkemizde sekiz ilde temsilciliği bulunan ve merkezi Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan Uluslararası Genç Girişimciler Organizasyonu 'Çocuklara ve Dünya Barışına Katkı' dalında dünya ödülü verdi. Bu ödülü teşkilatım adına onurla ve şerefle aldım. Bir mektupla gelen böylesine anlamlı bir ödülü, hayatımın en büyük ve anlamlı armağanı olarak gördüm.

Bu çalışmalarımı sadece bir vasiyet olarak görmüştüm. Ödül almak, kitap yazmak ya da sergi açmak, aklımın ucundan bile geçmiş değilken, vicdanımın elverdiği ve öngördüğü ölçüde hareket etmek, belki de insan olmamın bir bedeli olsa gerekti. Tek dileğim başka Mehmetlerin ölmemesidir...