Öyle veya böyle Libya?da meşru bir hükümet var. Libya?nın meşrutiyet zeminindeki siyasal iradesini yansıtan bir de Devlet Başkanları.
Albay Muammer El-Kaddafi ?Yeşil Yürüyüş? adını verdiği bir projeyle İslam Sosyalizmini ilan etmiş, bu yeni süreçte ise devletin adını ?Libya Arap Halk Sosyalist Cemaahiriyesi? olarak duyurmuştu.
Bu devrimci ve anti-emperyalist ruh, yeni bir Cemal AbdülNasır dönemi mi doğuruyordu?
Elbette bunu zaman gösterecekti.
Kuşkusuz Irak ve Suriye?deki yarı sosyalist Basçı rejimler ve Arafat?la şekillenen Filistin duruşunun yanında, Ankara?daki Harp Okulundan mezun olan Başbakan Callud?un Kemalizmin ilhamını taşıdığı bir gerçek.
İşte o yıllarda Sirte Körfezi?ni abluka altına alan ABD güçlerine karşı Muammer El-Kaddafi?ye gönderdiğim mektupla, Libya saflarında savaş akatılan isteğim ve Kaddafi?nin imzalı fotoğrafı ve karşı cevabı ve 4 yıllık bir süreçte ?Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi? nin yayın organı ?Al-Zahf, Al-Akhdar? dergisinde yazdığım siyasal yazılar geçmişin belleğinde hala muhafaza altında.
Kaddafi?ye ait bu düşünsel perspektif zaman içinde erozyona uğradı, özellikle Türkler açısından haddini ve amacını aşan söylemlere dönüşen icraatlar onu beklenen lider olmaktan uzaklaştırdı.
?Libya?nın egemenliği Libyalılara aittir? düşüncesi Kaddafi?nin tek adamlı monarşik rejimine tekamül etti.
Ancak bugünlerde Libya hayvani dürtülerle saldıran Batı Emperyalizminin kaygısı Libya halkı yada demokrasinin monarşiye dönüşmüş olması değil.
Yüksek kaliteli zengin petrol rezervlerinin albenisi ve yeniden Kuzey Afrika?ya sürüklenmek isteyen emperyalist güçlerin, işbirlikçi bir yönetimle bir taraftan egemenliği diğer taraftan yer altı zenginliklerini gasp etme anlayışıdır.
Batı menşeli bir iç isyanla başlatılan BM onaylı müdahaleyi meşru sayan saldırganlık aslında sadece Libya?yı değil, otoritesi ve toprak bütünlüğü keyfi bir şekilde değiştirilmek istenen her ülke için tehlike arz etmektedir.
Libya?ya yapılan bu son Haçlı saldıısıyla ilgili bir empati kurmayı denersek, Anadolu topraklarında cereyan edecek olaylarıda anlama ve gözleme şansımız olacaktır.
25 yıldan bu yana Türk topraklarında Batı destekli bölücü ve işbirlikçi güçlerin yaydığı bir iç hesaplaşma sözkonusu.
Kürtlerin Emperyalizmin kucağına oturtarak özgürleşme vaadinde bulunan işbirlikçi blok BDP adıyla şu açıklamayı yapmıştı.
?Kürtler kendi çözümlerini kendi elleriyle yaratacak. Bölge şu anda bir barut fıçısıdır. Patlama noktasına gelmiş, kimse bunun farkında değil. Bu insanlar birgün bir yerde kesintisiz bir isyana başlarsa, bunu kimse durduramaz. Böyle bir patlama noktasını biz görüyoruz.?
Genel Başkan Selahattin demirtaş?ın 28 Şubat 2011 tarihli açıklamaları, Türk Devletine ve Türk Milletine karşı yükselen tehdit algısının yanında, yürütülen askeri psikolojik gayri nizami harbın bir alışa vurumudur.
2004 yılında ?ileri? dergisinde yazdığım bir siyasal tahlilde bu kabil olaylarla bir bilinmeze doğru sürüklenen bölgede tırmandırılacak kaosla bölgeye BM?in davet edileceğini bu yollada ülkenin fiilen bölüneceğini belirtmiştim.
2010 yılında ise benim 6 yıl önce gördüğüm bu senaryoyu Ahmet Türk ve Remzi Kartal dile getirmişlerdi.
AKP?nin BDP?yle birlikte aktif hale getirdiği bu bölünme süreci, Libya?ya haksız ve vahşi bir şekilde saldıran emperyal güçlerin gayri meşru operasyonunu onaylayanların, istikbalde olası bir Türkiye müdahalesinde nasıl bir siyasal tavır ortaya koyacaklarını kestirmek hiçte güç olmasa gerek.
Bugün Kaddafi ve Libya?ya reva görülen kader çizgisi yarınlarda Türkiye?ye monte edilecektir.
Bu kabil bir dış müdahalenin içerden destek almasıyla oluşacak kanun dışı süreç Kürtlere de Türklere?de fayda sağlamayacak, bu süreci getiriye tahvil edecek olan ve bu sürecin kazancını sağacak olan tıpkı Libya?da olduğu gibi Kan?dan ve Kin?den beslenen Batı Emperyalizmi olacaktır.