"Bir malın fiyatını artırmak ya da düşürmek için fazla kurnaz olmaya gerek yok. Bilinen yöntem olan "arz-talep" dengesine dokunmanız yeter." Bu sözün tamamı bana ait değil. Ben sadece biraz toparlayıp, biraz kısaltarak herkesin anlayabileceği hale getirdim. Böyle yaparsanız, fiyatlar olmasını istediğiniz yere gelir, düşmesini istiyorsanız, düşer, artmasını isterseniz artırırsınız! Siz nasıl düşünüyorsunuz bilmiyorum! Ekonomist ve parayla uğraşan biri olmasam da bundan şunu çıkarıyorum: Serbest piyasada sıkça görülen ticari amaçlı "stokçuluğun" asıl amacı, arz-talep dengesini dengede tutmak değil; piyasayı istenen ölçüye çekmek içindir. Büyük sermaye sahiplerinin oluşturduğu "bölgesel" stok havuzlarının arz-talep dengesi üzerindeki etkinliğinin bir diğer adı da "spot piyasa"dır. Küçük esnafın canını okuduğu söylenen spot piyasanın, birinci elden temin ettiği malı perakente olarak piyasaya sürdüğünde, bozulan dengelerin uzun süre yerine oturmadığı şikayete konu edilse de, her şeyde olduğu gibi bu ticaret biçimi de oturmuş ve kabul görür hale gelmiştir! Giyim kuşam ve beyaz eşya konusuna girmeyelim. Onlar, firmasal bazda "iade" prensibi olmayan, tüketicilere değişik zamanlarda değişik kampanyalarla "indirim" ve bol taksitle satılan mallardır. Paranız varsa piyasayı gezer, kesenize uygun olanı alır; kullanırsınız. DENGE UNSURUNU ÖNEMSEMİYORUZ... Ben fiyatı küçük, "sürümü" fazla bir kaç maddeden bahsetmek istiyorum. Mesela, hiç düşündünüz mü, bölgemiz mutfağının vazgeçilmezlerinden olan soğan ve sarmısak fiyatlar neden aynı değildir. Neden bir yıl biri, öbür yıl diğeri farklı ücretlerle satılır? Diyelim ki, bu yıl soğan kazançlı bir sezon geçirdi. Üretici gözünü kırpmadan ertesi sezon soğana yönelir. Herkes soğan ektiği için de soğanın fiyatı kendiliğinden düşer. Sarmısakta da durum değişmez. Bir yıl çok ekilir, bir yıl ekilmez. O da düşüş kalkışlardan nasibini alır. İş bileni "zengin", bilmeyeni "zelil" eden bu yöntem sadece bizde var! Mesela yumurta; mesela pet şişe içme suları... Her iki nesnenin de değişik fiyatlarla satıldığını bilir, ancak, fiyatı küçük olduğu için sesimizi çıkartmadan alır gideriz. Kimi yerde tanesi 10 yeni kuruş olan yumurtanın, bir başka yerde 15 kuruşa kadar satılma sebebi bizi ilgilendirmez! Su da öyle. Marketten aldığınız su ile bakkaldan aldığınız su aynı sudur ve fakat fiyatı aynı değildir. Parasını öder, alırız. Kimseye bir şey söylemeyiz... Sonra. Sonrası malum... Kolayı seçer; avazımız çıktığı kadar bağırırız : "Piyasa başı boş kaldı; bunu araştıran yok mu?.." Buradan seslenmek istiyorum. Almayın kardeşim. Bakın o zaman ne olacak? Ama durmuyorsunuz ki... YARATICI DEĞİLİZ... Kendimiz yaratıcı olmayı denemiyoruz. Birilerinin hayata geçirip para kazandığı işi taklit etmek daha kolayımıza geliyor! Mesela, bir zamanlar tek tük karşılaştığımız cep telefonu satan işyerleri, şimdi hemen her cadde üzerinde sıra sıra dizili. Vitrinlerdeki cihazlar, bunlara ait yan ürünleri satanlar neredeyse dip dibe icrai sanat ediyorlar. Demekki, cep telefonculuğunda para varmış diyenler, varını yoğunu bu işe yatırıyorlar. Kendi ürettiğimiz bir şey olsa, paramız ülkemizde kalıyor diye sevineceğiz. Ama o da "petrol" gibi peşin peşin döviz ödenerek dışarıdan getiriliyor. Yani başka ülkelerin ekonomilerin kalkınmasına yardımcı olunuyor! Bir başka kötü huyumuz daha var : Zor kazanıp, kolay harcıyoruz! Sıkıştığımızda kullanabileceğimiz tek kuruş tasarruf etmiyoruz!