Şehitkamil İlkokulunda göreve başladım. Ancak burnum iyi koku almadığı halde sınıfımın ve okulun kokusuna ancak iki ay sonra alışabildim. Okul çok kötü kokuyordu. Yine üçüncü sınıf aldım.

Amcamın oğlu Mürsel bey üç müdür yardımcısından biriydi. Müdürle de hayli samimiydik. Ayrıca yeni okulumla işyerimin arası son derece yakındı. Okuldan işe giderken zaman kaybım olmayacaktı.

Okulda Selahattin adında bir müdür yardımcımız daha vardı. Aynı zamanda okul mutemediydi. Dersler yine dergilerden takip ediliyordu. Bir ayağı topal olan Selahattin bey maaşlarımızı alıp getirir ve bize okulda dağıtırdı. Buna karşılık belirli bir ücret alırdı. Dergi, spor ve karne paralarını da Selahattin bey toplardı.

Haftada beş saat derse giren Selahattin bey diğer öğretmenler gibi haftada kırk saat üzerinden ders ücreti almaktaydı. Adam açıktan para kırıyor ve keseyi doldurmaya bakıyordu.

Sınıfımda bir kız öğrencim vardı. Babası kanserden ölmüş, annesi başka bir kocaya varmıştı. Yaşlı ninesiyle birlikte kalıyordu ve son derece fakirdi. Dergi parası istediğimde ağlamaya başladı ve;

-Ninemde para yoktu öğretmenim, dedi.

-Baban yok mu kızım?

-Kanserden öldü öğretmenim.

-Annen yok mu?

-Bizi bırakıp başka kocaya vardı.

Gözlerim dolu dolu olmuştu.

-Tamam kızım. Sen dergi parası verme. Başka bir eksiğin olduğunda bana söyleyeceksin. Söylemezsen sonra kızarım sana.

-Tamam öğretmenim.

Bu kızımın durumunu dergi parası toplayan Selahattin beye söyledim ve bu kızımızdan para almayalım dedim.

-Ben anlamam arkadaş. Çok acıyorsan cebinden öde. Ben paraları tamam isterim.

-Dergi dağıtıcıları her sınıfa birkaç dergiyi karşılıksız veriyor. Onların verdiğine sayalım.

-Hayır, olmaz öyle şey. Ben paraları tamam isterim.

-Peki hoca dedim ve ayrıldım yanından. Sinirlerim bozulmuştu.

İçimden ''Bunun hesabını bir gün sorarım senden'' diyordum. Kızdığım nokta para değildi. Öğretmen olan birinin anlayışsız ve acımasız olmasıydı. Durumu müdüre anlattım.

-Yahu hocam Selahattin bey böyle işte. İdare et, dedi.

Anladım ki, okulda toplanan paralarla müdürün de yakın ilgisi var.

Selahattin bey bu yolla üç katlı bir evin sahibi olmuştu. Araştırdım. Yirmi bir yıldan beri müdürle ikisi aynı okulun yönetimindeydi. Aralarında bir şeyler dönüyordu. Müdür Selahattin beye müdürlük yapamıyordu. Resmen gebeydi.

Selahattin beyin hasta bir çocuğu vardı. Tedavisi Adana'da Balcalı hastanesinde yapılmaktaydı. Çocuğu ayda bir hastaneye götürüp getiriyordu. Tabi ki, bunun için yolluk almaktaydı. Bir aybaşında ders ücreti bordrosunu inceledim. Selahattin bey çocuğunu tedaviye götürüp getirdiği üç gün için de kendisine ders ücreti tahakkuk ettirmişti. Halbuki izinli sayılan günlerde ders ücreti alınmazdı. Bu arkadaşımız hem yol parası, hem de ders ücreti almaktaydı.

Son sınıflardan birkaç öğrenci seçmişti. Bu öğrencileri zaman zaman okul bahçesine çıkarıp koştururdu. Bunun için de spor öğretmeni olarak ayrıca para alıyordu. Halbuki branş öğretmeni değildi.

Mevcudu iki bin kadar olan okulun bütün öğrencilerinden her yıl beşer lira spor parası topluyordu. On bin lirayı bulan bu paralarla iki tane top alınıyor, kalanın ne olduğu bilinmiyordu. Diğer müdür yardımcısı olan amcam oğlu Mürsel bey bir gün müdürün Selahattin beye;

-Toplanan spor paralarından oğluma da bir çift spor ayakkabısı al, dediğini duymuştu.

Selahattin beyin vurgun ve açıkları konusunda hayli bilgi sahibi olmuştum. Bir gün tartıştık ve bana,

-Ben senin amirinim, dedi;

-Sen kim oluyorsun lan? Bir daha sakın kafamı bozma yoksa sana ayakkabılarımı öptürürüm, deyince sessizce uzaklaşmıştı.

Selahattin beye dersini vermeyi kafama koydum. Bu arada arkadaşım olan müdürden de şüphelenmeye başladım.

İlkokul öğretmenim bana bir atasözü öğretmişti.

Sakla samanı, gelir zamanı.