Telekulak skandalı üzerinden yargı kararlarına dair tartışmalar alevlendi. Hukukun üstünlüğüyle ilgili ezberlediğimiz bir sürü teraneden lafları yine dinledik. Böyle bir şey hukuk devletinde yapılamazmış, yargı böyle ayaklar altına alınamazmış. Devletü Aliye ol tebaayı dinlemeye muktedirdir, ey kadı sülalesinin evlatları… Bilmiyor musunuz? Telekulakzedeler, bahsettikleri hukukun dayandığı anayasanın nasıl oluşturulduğundan ve hangi temeller üzerine oturtulduğundan hiç haberleri yokmuş gibi atıp tutuyorlar televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında… Hem de en baba hukukçulardan addedilenler de dâhil bu kervana… Nihayetinde vaka-yi aliyeye dair İstanbul Barosu tarafından 18 Kasım günü Taksim'de bir yürüyüş tertiplendi ya… Onlara buradan nasıl göründüklerine dair birkaç cümle sarf etmek gerekiyor: Ta İstiklal Mahkemelerinden bu yana bu ülkede kendinizi önce devletin adamı, sonra hukukun adamı olarak gördünüz. Hukuk adına söylediğiniz her sözü, aldığınız her kararı adalet sağlamak için değil, rejimi korumak için gerçekleştirdiniz. Cumhuriyet tarihindeki birçok hak ihlalini cüppelerinizin altından seyrettiniz. Tüm askeri darbelerde (içinizden birçoğu) bu darbe faillerini ayakta karşılayıp karşılarında esas duruşa geçtiniz. Devam ediyorum: Ne birkaç gün önce Onur Öymen'in sözleriyle gündemleşen Dersim'in hesabını sordunuz bugüne kadar ne de on beş binden fazla faili meçhulün. Ne hiç kimsenin canına kıymamış Denizlerin gençliğine ne de başörtülerinden dolayı eğitim hakları ellerinden alınmış genç kızlara acıdınız. Kalemlerinizi hep mazlumların aleyhine kırdınız. Yüzünüzü hep statükodan/devletten/güçlüden yana çevirdiniz. Yıllardır Jitem'e, Mit'e, Emniyet'e milyonlarca insanı dinlettiniz, bu dinlemelerin yüzlerce defa malum çevrelerce kamuoyunda ifşa edilmesine sessiz kaldınız. Evet, cüppeli efendiler… Sizler sütten çıkmış ak kaşık falan değilsiniz!.. Şu gün olmuş, 12 Eylül cuntasının dikte ettirdiği bir anayasanın hükmü altında “adalet” dağıtmaya çalıştığınızı iddia ediyorsunuz. Verdiğiniz kararların birçoğu AİHM'den bizlere milyon avrolarla ifade edilen cezalarla dönüyor. 28 Şubatçı ve 27 Nisan e-muhtıracılarına; yani pek süslü tabirle “post-modern darbecilere” dokunamıyorsunuz. Bir türlü ilerleyemeyen/ilerletilmeyen Ergenekon davası ve son olarak da askıya alınan “ıslak imza” vakası karşısındaki tutumunuzla akıllarda soru işaretleri bırakmaya devam ediyorsunuz. Neyse bugün ilk defa hak aramak için yürüyüş yaptınız. O da kendi haberleşme hürriyetleriniz için. Ama olsun yine de “başlamak başlamaktır.” Bugünkü adımlarınızın insanlık için küçük; ama hukuk sistemimiz için büyük olduğunu da bilesiniz. Dilinize çok doladığınız; ama birçoğunuzun pek bilmediğini aldığınız kararlardan anladığımız “Evrensel hukuk” değerlerine yükselebilmemiz için sizlerin desteğine ihtiyacımız olduğunu bilesiniz ve bu evrensel değerlere bütün mazlumlar gibi sizlerin de bir gün ihtiyacı olabileceğini artık anlayasınız. “Avukat” sözcüğünü ağzı iyi laf yapan ve iyi yalan söyleyen sıfatlarından kurtarmanız dileğiyle mücadelenizde başarılar diliyor ve son bir tahlille mevzuyu noktalıyorum: Yargı gücü elinde olmayan bir iktidar, iktidar değildir. Kuvvetler ayrılığı, dünyanın egemenlerinin en büyük yalanlarından biridir. İnsanlığın bugüne kadar ulaştığı en demokratik rejimler olarak kabul edilen Batı Avrupa ülkelerinde bile son noktada egemen sınıfların/yönetenlerin çıkarına çalışan bir hukuk sistemi vardır. Kaldı ki az gelişmiş demokrasilerde egemen sınıf kimse yargı onun güdümündedir. Bizim hukuk sistemimiz ise 1925'te Kemalist bürokrasinin, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980'de askeri cuntanın vesayetindeydi. Bugün de yargı alanı, AKP üzerinden hedeflerine ulaşmaya çalışan bir yapı ile Ergenekon bürokrasisi arasında bir mücadele alanıdır. Ol hikâyede bundan ibarettir, efendiler…